22 Ocak 2012 Pazar

Yalan Dostum!

Karşındakileri bir yalana inandırmanın yolu, gerçeğe en yakın senaryoyu yazabilmekten geçer. Mantık çerçevesinin dışına çıkmadan, inandırıcılığı yüksek ve sorgulamaya çok da açık olmayan bir şey uydurursun. Karşındakinin aklına yatarsa da onun için söylediğin yalan artık doğrudur. Kurban, kandırılmış, günü ya da anı kurtarmışsındır.

Yalanlar da ikiye ayrılır; iyi niyetli ve kötü niyetli olanlar. Yalan söylememiş hiçbir yetişkin yoktur. Belki de büyümenin ilk göstergesidir yalan söylemek. Belirli bir bilince gelmek gerekir bu eylemi gerçekleştirmek için.

Bunlar bilindik şeyler. Peki asıl soru, insan kendine yalan söyleyebilir mi?

Cevabım; evet. En inandırıcı yalanlar kendimize söylediklerimizdir. Çünkü kendimizi ikna etmeyi en iyi biz biliriz. Başkasına yalan söylerken de o an kendimiz de o yalana inanıveririz hatta. Yoksa başkasını asla inandıramayız.

Deniyorum yalan söylemeyi, kendimi kandırmayı. Olacak biliyorum. Başaracağım sonunda. Yarattığım yalan benim gerçeğim olacak ve huzura ereceğim. Başkasını inandırmaktan daha zordur her şeye rağmen kendini inandırmak. Nasıl inanacağını en iyi sen bilsen bile.

Gerçeğin ne olduğunu bilen birine onu unutturup başka bir senaryoyu kabul ettirmek, bir dizide yerleşmiş bir karakterin oyuncusunu değiştirmeye benzer. Fakat zamanla alışırsın o oyuncuya, gözün yabancılık çekmez ve eski oyuncu aklına gelmez olur sonunda. Yeni bir oyuncu alıyorum senaryoma, eskisinin rolünü veriyorum ona ve sanki hep o vardı gibi yapıyorum. Adı farklı, sıfatı ve rolü aynı.

19 Ocak 2012 Perşembe

Why Can't We Be Friends?

Garip bir şey fark ettim açıklamakta da epey zorlanacağım galiba. Çok yakın olmadığım, fazla derin muhabbetler yapmadığım bazı insanları bazen o kadar iyi anladığımı düşünüyorum ki, bundan dolayı bir yakınlık duyuyorum onlara.

Az görüştüğüm, ya da gördüğümde 5 dakika muhabbet edip yoluma devam ettiğim halde tavırlarında, hayatlarının bildiğim kadarında kendimin yansımalarını görüyorum sanki ya da imrendiğim özellikleri var yani olmak istediğim insandan parçalar var gibi. Onları diğerlerinden farklı kılan, tam açıklayamadığım bir şey işte. İşin garibi, çok yakın olmak ister misin onlarla diye sorarsanız cevabım muhtemelen hayır olur. Sanki tanımaya başladıkça o büyü bozulacak diye korkarak kasıtlı bir mesafe koyuyorum o insanlara.

Açıklamam gerekirse. Mesela, bir olaya yaklaşımı, bir yerde söylediği, ya da yazdığı bir cümle dikkatimi çekiyor. Belki bana hissettirdiği şeyi düşünerek söylemedi/yazmadı aslında o cümleyi ama bana düşündürdükleri başka bir deyişle farkında olarak ya da olmayarak verdiği o ilham o insana yakınlaştırıyor beni. Onu anladığımı hissediyorum, bunu onunla paylaşmak istiyorum ama genelde susmayı tercih ediyorum.

Mimikleri, tavrı, hareketleri. İnsan bulunduğu ortam hakkında hislerini çaktırmamaya çalışsa da bir şekilde yansıtır. O insanın tavırlarında bunu hissedebiliyorsam yine o gizli yakınlık duyma hissi ortaya çıkıyor. Anlayışlı bir şekilde tebessüm ediyorum kendi kendime. Tabi o insan bundan bi haber olmaya devam ediyor.

Fazla yakın olmadığım halde kendime çok yakın gördüğüm birkaç tane insan var hayatımda böyle. Çok da seviyorum onları. Oysa onlar benim için bu kadar değerli olduklarını bilmiyorlardır muhtemelen. Dostum değiller. İçimi dökmek için arayacağım, ya da düzenli görüştüğüm kişiler değiller. Fakat sanki döksem en iyi onlar anlarmış, aramızda öyle bir çekim varmış da ikimiz de bunu hissedip hiçbir şey yapmamaktan keyif alıyormuşuz gibi. Bu konuda yalnız mıyım merak etmiyor değilim. Dediğim gibi, onlarla yakın olabileceğim halde değilsem tek nedeni büyüyü bozmak istememem.



14 Ocak 2012 Cumartesi

Still Loving You Tonight!

Yaşadığımız hayat binlerce hayatın bir araya gelmesinden oluşan bir olgu aslında. İnsan kendi hayatı süresince sayısız hayata adım atan bir varlık aslında. Hayatı zorlaştıran şey aslında içinde binlerce yeni başlangıcı, başka bir deyişle değişik yaşamları barındırması.

Aile kurmak buna verilebilecek örneklerden biri. Yeni bir insanla aile kurma kararı almak. Buna neden olan duygunun sevgi olması. Karşılıklı olarak bir insana kendinden o kadar parça vermek ki sonunda o parçalardan bir bütün oluşturup yeniden doğmaya adım atmak. Tek bir kelimeyle özeti, evlilik.

Hayatta alınacak en zor, en üstünde düşünülesi kararlardan sadece biri. Tek başına idame ettirmeyi başarabildikten sonra kendi yaşantını, bambaşka bir dünyayla birleştirerek yepyeni bir sentez yaratmak karşındakiyle. Yeniden doğmak. Başkasının da sorumluluğunu yüklemek omuzlarına. O noktadan sonraki kararlarını iki kişilik vermek. İki farklı ruha sahip olmak. İnsanları korkutan, ürküten ama aynı zamanda büyüleyen şey işte bu.

Kardeşim, aynı rahimden çıktığım insan. 11 yıl rötarla. Benden 11 yıl önce dünyaya gözlerini açan, gerçek anlamıyla kanımdan, canımdan olan adam. Abim, yeniden doğuyor şimdi. Yepyeni bir hayata adımını atıyor.

İkinci bir aileye sahip oluyor. Yepyeni, tertemiz, bambaşka bir dünyayı kendi dünyasının bir parçası yapıyor hem de ikisinin oluşumundan bambaşka bir dünya meydana getiriyor. En sevdiği ve bu adımı beraber atmaya asla tereddüt etmediği kadınla beraber.

Bu mutluluk adımında onun yanında olduğumu hissettirmek benim için bir görevden çok bir tanıklık anı. Onun bu yeniden doğuşuna tanıklık etmek için bu akşam bir tören düzenliyoruz. Evlilik töreni. Yıllarca süregelmiş bir geleneği devam ettirmekten öte bir şey evliliği kutlamak. İki insanın hayatlarını yenileme, kabuk değiştirme, tırtılken kelebek olma sürecine olan heyecan verici bir tanıklık bu.

Paylaşıyoruz mutluluğu. Bölündükçe çoğalan ve asla azalmayan bu mutlu sürecin zorluklarını beraber göğüsledik ve bu akşam tamamına erdiriyoruz. Mutluyuz. Mutlular. Her şey yeni, her şey en başında, mutluluk ve heyecan dolu. Mutluyum onun için, mutluyuz ve heyecanlı.

Beyaz asil bir elbise içinde zarif ve masum bir kadın ve siyah takımın içinde kadının elbisesinin beyazı kadar aynı o kadın gibi temiz hislere sahip bir adam ve onları birbirine bağlayan büyüklüğünün ölçülmesi imkansız olan bir aşk, sevgi. Onlar zaten bu törenden önce bu evlilik bağını kendi ruhlarını bütünleştirerek kurmuşlar. Parmaklarında parlayan o yüzükler sadece kalplerindeki birlikteliğin ufak bir sembolü. Şimdi ise bu mutluluklarının tanıklığı için yanında olmalarını istiyorlar hayatlarına etkiyen insanlardan. Gülücüklerin asla sahte olmadığı bir ortam olacak bu gece. Sevinçlerimizi akıtıp kocaman bir mutluluk denizinde beraber yüzeceğiz.

Heyecanlıyım ve mutlu. Kanımdan canımdan olan o adamın mutluluğunun şevki vuruyor tüm kalbime. Onun çok sevdiği, gözlerindeki aşkı dürten o kadını da çok seviyorum. İyi ki yeniden doğuyorlar birlikte. İyi ki doğdunuz demek istiyorum. Tebrik ederim yeni hayatınızın başlangıç gününü.

12 Ocak 2012 Perşembe

Takma Kafana!

Şimdi. Yazacaklarım hemcinslerimi de kızdıracak bazı erkekleri de. Maalesef yazacaklarımın doğruluğunu kavradığımızda geç olacak. Bunları bilip bilmezden gelmeye devam edeceğiz. Yine de rica ediyorum çemkirmeden okuyun.

- Biri sizi aramıyorsa, mesajlarınıza güzel cevaplar vermiyorsa, imalı konuşmalarınızı anlamıyor ayağına yatıyorsa sizden kaçmıyordur. Hoşlanmıyordur sizden ama sizin ona olan ilginizin farkındadır ve bunu aklının bir köşesinde tutuyordur, sizin durduğunuz o yerden de gayet memnundur.

- Birini elde etmekle kaybedeceğiniz zamanda kaçırdığınız insanlar için her zaman sonradan üzülürsünüz lakin onlar da bu kısır döngüde sizden nasibini aldıkları için sonradan yanınızda bulmanız zordur. Bu ana gelene kadar bunu da fark etmeyeceksinizdir, üzülmeyin, bu pişmanlığın nedeni zaten biraz da onların bir anda ulaşılmaz oluşudur.

- Sevgilisi olmayanlar, daha 20 yaşındayız, bunu sakın unutmayın. Şu an ciddi bir ilişki içine girme isteğiniz oldukça yersiz şöyle bir düşününce. 7 yıl çıkıp evlenecek miyiz? Belki, bir ihtimal. Bittiği takdirde uzun/ciddi ilişki dediğimiz olgunun bize katacağı tecrübe ne mi? Muhtemelen harcadığımız yıllarda yaşamadığımız rahatlığa duyulan özlem. Güzel anılar, aşk, şarkılar hepsinin verdiği acı atlatıldıktan sonra yakındığımız tek şey maalesef kaybedilen zamanda yapabilip de yapmadıklarımız olacak. Şu dönemde insanlarla takılma kafası hiç de yanlış bir kafa değil. Bak gerçekten.

- Klişeler her zaman doğrudur. Bunu sakın unutmayın. Hiçbir laf boşu boşuna ağızdan ağıza aktarılır hale gelmez. Klişe dediklerimiz aslında çoğu insan tarafından tescillenmiş tecrübelerdir.

- Duygusal bir olay üzerinde düşünüp analitik bir şekle sokup işin içinden çıkamıyorsanız kesinlikle aklınıza gelen en karamsar şey genelde doğrudur. Çünkü, duygusal ilişkilerin analitiği yoktur, ya olurlar ya olmazlar bunu da emin olun zaten düşünmezsiniz, düşünmeniz irdelemeniz gerekmez çünkü, hissedersiniz ve oraya doğru gider. Özetle olmayan şeyleri zorla oldurtmaya çalışmayın, ne gerek var. Eğer iş hayatıysa söz konusu, bunun tersi geçerli bunu da asla unutmayın. Orda amaç tamamen olmayanı oldurtmaya çalışmaktır.

Özetle yeni karar verdiğim şey, ''takılmak'' aslında yanlış bir kafa değil. Şu an piç diye gördüğümüz bütün erkekler 'evlenilecek erkek' olacaklar 30 küsur yaşlarına geldiklerinde hiç merak etmeyin. ''Piçlik'' dediğiniz şey bir süreçtir bir sıfat olmaktan çok ve bence herkesin de yaşaması gereken bir süreçtir.

Asıl garip olan 'aşık oldum' tribine girip olmayacak hayali ilişkiler uğruna gözyaşı dökmek.
İşte bulanıklık burda. Birini unutmak için canını yaktıklarınızdan tutun, harcadığınız zamanda görmediklerinize, eksilttiğiniz mutluluklara kadar, başlı başına aptallık silsilesinden farklı bir şey değil. (Kendime de laf etmiş oluyorum evet ama yanlış yapıyoruz.) Biraz tadını çıkartmakta bu hoşlantı/arzu/beğeni dediğimiz olayların, hiçbir sakınca yok. Zaten düzgün ilişki dediğimiz olayı yaşayacağız illa ki, bunun için acele etmenin mantığını anlayamıyorum ben ve artık çok da gereksiz buluyorum bu 'adam gibi ilişkim yok' düşüncelerini. Sen önce kendi başınalığından mutlu ol ve yakınmayı bırak.

Bu ilişki işlerini artık kabus haline getirmesek keşke. Şiirler, şarkılar, hikayeler bunlar güzel de üzme seviyesinin ötesine geçip zaman harcama noktasına geldiğinde o kadar mantıksız oluyor ki. Yapmayalım. Takılalım!

Bakın neler diyor Athena;




5 Ocak 2012 Perşembe

Ben Kendime Yasaklar Koydum

Tarihe baktım. Önce günün rakamını gördüm, sonra ayın. Yılın önemi yoktu pek. Yavaşça hatırladım, önemli olduğunu hissettiğim o tarihi. Evet, önemliydi, yıllar önce. Yıllar önce hayatımı güzelleştiren aynı oranda kötüleştiren insanın hayata başlangıç tarihiydi.

Hep farklıdır ya ilk karşılıklı aşk. Milat gibidir. Hatta gibi değil, aşkın miladıdır o ilk çok sevilen sevgili. Senin aşka olan tutumunu belirli ölçüde oluşturan, davranışlarını, ilişki karakterini oturtan. Üstelik bunu fark ettirmeden yapar o. Sen sadece geçmişin üstüne düşündüğünde farkına varırsın bazı şeylerin.

Bir adam vardı. Tesadüfen girdi hayatıma, ilk görüşte beğendim, çekildim. İkinci görüşümde hoşlandım, üçüncüsünde eleleydim. Karşılaştığımızda, ikimizin de sevgilisi vardı üstelik. İki yasak noktadaydık. Ben o an anlamıştım aslında, bir şeyin gerçekleşmesi gerekiyorsa, engellerin bir anda nasıl da yitip gidebildiğini. O çekimin karşısında imkansızlıkların olmadığını.

Bunu anladığım andan beri, asla oyunların, zorlama çabaların insanı olmadım. Aşkta kural olmadığını gördüm. Aşkta ve savaşta her şeyin mübah olduğu klişesinin doğruluğunu anladım. İki tarafın yeterince hissi varsa birbirine karşı, kavuşmalarında bahane ve engel olmazdı, olamazdı.

Ona karşı şeffaftım. Duygusaldım ve romantik. İçimde ona karşı hareketlenen duyguları bütün ahenkleriyle dışa vururdum. O duyguları yakan, onlara kıvılcımı veren ona, hep oldukları gibi aktarırdım o hisleri. Aşkımı, sevgimi, kıskançlığımı, öfkemi, hüznümü, sevincimi hep en çıplak haliyle sunardım ona ben. Bu kadar berrak, şeffaf duruşum yüzünden o gittiğinde çırılçıplak kaldım. Hiç duvarlarım, kalelerim olmadığından savunmasızdım yokluğunda. Yıkıldım, darmadağın, karmakarışık oldum, çok üşüdüm.

Sonra, donmaya başladı kalbim, duygularım da buz tuttu. Gözlerimden okunurdu her hissim; gözlerime kalın duvarlar ördüm, yüzüme betonlar döktüm. Porselen gibi oldu sonra yüzüm; gözlerim ise donuklaştılar, buz tutmuş bir göl gibi dibini göstermez oldular.

O savunmasızlık o kadar yaraladı ki beni, yepyeni bir savunma mekanizması geliştirdim sonraki ilişkilerimde. Taştandım artık. Duygularımı asla açmadım, iltifat etmeyi bile beceremez oldum. Yazılara hapsettim duygularımı, sadece kağıt üzerindeki kelimelerde ifade eder oldum kendimi. Kimseye hissederek ''seni seviyorum'' diyemez oldum. O kadar zordu ki dudaklarımdan duygularımın çıkması artık, duygusuz sıfatına sımsıkı sarıldım. Sevdiklerimi sevilmeme hissiyle besledim, kötü davrandım onlara, hep alaycı, umursamaz taraf oldum, üzdüm insanları.

Üstelik o ilk sevdiğim adamın intikamını almak için de yapmıyordum. Bunu farkında bile olmadan, kendimi korumak zorunda hissettiğim için yaptım. Sonradan gördüm hep yaptıklarımı üstelik. İş işten geçmeden objektif bakamıyordum.

Bunların nedenini ise bugün tarihe bakınca kavradım. 4 yıl geçmesi gerekti ama. Yine de sonunda kaynağı keşfetmeyi başardım. Hep neden böyleyim diye yalnız kaldığımda sorgularken savunma mekanizmamı oluşturma sebebimi buldum işte.

Artık kutlayacak nedenim olmadığı halde hatırladığım doğum tarihin sayesinde. İyi ki doğdun aşk denizime dökülen ilk nehir. Maritza. Ervos.

Onun anısına paylaşıyorum yine de;



Real Time Analytics