Yazmayalı olmuş epey. Parmaklarıma soğuk geldi klavye. İçimi dökemediklerim yerine koydum yine boş bir sayfa ve bir de tuşları soğuk bir klavye.
Düşündüm yine, gereğinden fazla düşündüklerim üzerine. İçimi oksijenle bütünleşen gümüş gibi yavaş yavaş karartan meseleler yüzünden. Bu yüzden yine akıtmak istedim içimi sessiz ve edilgen sayfalara. Parlatmak için kararan gümüşlerimi.
Fonda küskün melodiler koydum ve başlıyorum düşüncelerimi aktarmaya.
Genel bir kanı vardır hani, aynı anda her şey yolunda gitmez deriz. İş, aşk, sosyal hayat diye böleriz yaşamı.
Aşkı bir gereklilik gibi görüyoruz artık. Öyle mi peki? Aşık olmak zorunda mıyız? Değiliz aslında. Aşk deyince aklımıza gelenle de ilgili bir şey bu. Tanımlamaya çalıştım aşkı hep, başkalarına kanıtlamak için değil, kendim anlayabilmek için daha çok. Ne kadar başarılı olunabilir bilmiyorum, subjektiftir aşk, bütün duygular gibi, ama evrenseldir de. Herkesin aynı meyveyi tadıp farklı bir tat alması gibi ve aslında tek bir isim verdiğimiz bir meyvenin bile her bir tanesi farklıdır, o yüzden de yaşadığımız hiçbir aşk için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Biraz da grip virüsü gibi, sürekli kendini günceller, farklılaşır aşk, bütünselliğini korumayı bir şekilde başarırken. Bittiği an unutursun o duyguyu, mutlu olmadığında mutluluğu unuttuğunu zannetmek gibi bir ilüzyondur. Yaşadığın an ise bilirsin neyle karşı karşıya olduğunu.
Sadece karşı cinse hissedilen bir şey aşk bence. İşini aşkla yapmak, bir hobiye aşkla bağlanmak dediğimiz şey aşkın da içinde barındırdığı tutkuyu hissetmemizdendir sadece. Aşkı yaşadım ben, karşılıklı karşılıksız diye de bölmek saçma gelir bana. Aşk karşılıksızdır, herdaim. Kişisel bir duygudur, kendi içinde yaşadığın bir şeyi karşındakinin de sana duyması seni sadece aşkın sonucu olanları yaşamaya iter, belki onu farklı bir boyuta taşır ama aşk, içindeki o duygu değişmez. O zaman karşılık bulmayı değişken olarak kabul etmek mantıklı değil.
Gerçekten aşık olmuşsan, en azından kendi yaşadıklarım üzerinden konuşabilirim, yapabileceğin şey aşık olunana bunu bir şekilde hissettirmek ve dile getirmekten başka hiçbir şey olamaz. Taktik kasmaktan ve kasan insanlardan gerçekten hoşlanmıyorum. Kalıplaşmış ego oyunları belki bir kişinin aklında yer etmenizi sağlayabilir ama aşkı bu şekilde uyaramazsınız, geçici bir süre bir illüzyon yaratabilirsiniz, kalıcı bir büyü yapmış olmazsınız başka bir deyişle.
Birine karşı bir beğenin olması aşık olacağının göstergesi değildir her zaman. Elde etme isteği ise tamamen egosal bir şey. Aşkın olduğu yerde ise egodan yani daha çok klişeleşmiş haliyle gururdan söz etmek mümkün değildir. Beğenmek dediğimiz, tensel olarak arzulamaktan ibaret. Davranış ve hareketlere içsel anlamlar yüklemeye başladığın zaman bir üst seviyeye taşırsın beğeniyi ya da diğer adıyla hoşlantıyı. Olay da tam burda başlar, içselleştirmeye başladığın zaman bir insanı, yani görünüşü ve sana yansıttığı kadarıyla karakteristik özelliklerini birleştirip etkilenmeye başladığın zaman aşka yakınlaşırsın. Sonunda bir ruh döversin aklında ve yerleştirirsin tensel çekim duyduğun bedene. Tamamen kendi yaratımın olan ruh karşındakinin özgür iradesini kavramaya başladığında onunla daha da bütünleşir ve aşık olursun.
Karşındakini hem sen yaratırsın hem de onun özelliklerini de tasarladığın ruha ekleyerek yüceltirsin aşkını. Yani büyük bir illüzyona bilerek ve isteyerek inanmaktır bir bakıma aşk. Bitene kadar ise karşındakine asla objektif bir biçimde bakamamaktır. Görüş açını bulandırmak ve bulanık silüeti duygularınla harmanlayıp beyninde anlamlandırmaktır. Bu nedenle kördür zaten aşk.
Zihin bir süre sonra kendi yarattığının kölesi haline gelir ve duyguların en aşırı hallerinin harmanıyla içinde yaktığı ateş içinde hafif hafif yanmaya başlar. Farklı esanslardan yeni bir parfüm oluşturulması gibi duygular tek tek harcanır aşk süresince. İlk mutluluk, sonra heyecan, daha sonralarında tutku, ardından kıskançlık ve en son da olmayanı yüceltme, tapınma hali tüplerden boşalır ve sonunda aşkı oluşturan bütün öğeler sona erdiğinde parfüm oluşamadan uçup gider. Yerini ise iki kalıcı duyguya bırakır; sevgi ve nefret ya da yıpranma sürecinin ardından gelen kayıtsızlık.
Aşkın bu kadar detaylı tasfirini yaptıktan sonra hiç de karışık değil gibi geliyor ama asıl sorun burda başlıyor. Her şeyin yolunda gitmemesi.
Aşk bütün duyguların harmanı olduğundan ortaya çıktığı anda hayatın diğer yönlerine de etkiyerek normal gidişatı etkilemeye başlıyor. Mantık geri planda kaldığında ise ayrımı yapabilmek oldukça zor.
Bir diğer sorun ise, aşktan uzak kaldıktan sonraki süreç. Uzun zamandır aşktan uzaktayım, şikayetim yok, ki aşk bir lükstür. Herkesin yaşayabileceği bir lükstür belki ama gerekliliği tartışılır. Hiçbir zaman gerekli olduğu için ortaya çıkmaması da ayrı bir mesele.
Çevremde beni sinirlendiren ve benim aklımda da gizliden gizliye empoze edilen bir fikir var. Sevgili kavramı. Aşık olmadıktan sonra birine aşkım demek ağlarken çok mutluyum demekten farksız bence. Sevgilisi olmama olayını hep bir nedene bağlamak zorunda hissediyoruz kendimizi. Estetik görüntü, İyi niyet, Cazibe, Kültür, bu kriterlerin hiçbiri sevgilinin olup/olmaması için bir sebep oluşturmaz. Aslında neden yeterince açık. Aşık değilsen ya da aşık olduğun taraf sana aynı gözle bakmıyorsa tabi ki de sevgilin olmaz. Bu da bir zamanlama ya da bir tercihten başka bir şey değildir. Aşk isteyerek ulaşılan ya da ihtiyaç üzerine ortaya konan bir şey olmaktan çok uzak. Kendiyle yalnız kalmayı bilmeyen insanın kapısını çalan şey ise kesinlikle aşk değil ama egolarının beynine oynadığı bir oyundan fazlası olmayacaktır.
Kendimle yalnız kalmayı, benliğimle başbaşa olmayı seviyorum. Aşkı yeniden hissedip karşılığını gördüğümde ise elbet aşık olunana dokunmak onunla bu duygular karmaşasını paylaşmak ayrı bir yaşanmışlık olacaktır. Ancak o zaman ‘ilişki’ kelimesi bir anlam ifade eder benim için.
İlişki için gerekli olan tek şey de aşk değil elbet. İlişki karşılıklı emek ve fedakarlık üzerine kuruludur. Karşındaki için kendinden bir şeyler vermeyi göze almadan birlikteliğe başlamanın ve bunu gururla topluma sergilemenin mantıksal herhangi bir yanı yok. Çünkü aşktan doğan bir birliktelikte ilk kurulacak cümle ‘Senin için emek sarfetmeye hazırım’ dır. Başka bir deyişle ilişki aşkın bir sonucu olmasına rağmen yepyeni bir başlangıçtır.
Bu yüzden de yalnızlığımla mutluyum, kendimle baş başa olmaktan rahatsız olduğum için birine aşkım demeyecek kadar da aklı başında olduğumu düşünüyorum. ‘Yeni bir ilişki istiyorum’ dediğim zaman o kişiye aşık ve kendimi yeni birinin gözünden de tanımak isteyen biri olduğum için bu cümleyi kurarım.
Bugün bunları dinleyin.
* Two Door Cinema Club - Something Good Can Work - http://fizy.com/#s/1iftf6
* Suede - Beautiful Ones - http://fizy.com/#s/1dlepw
* Supergrass - Can't Get Up - http://fizy.com/#s/1h0s2a
* Kings of Convenience - Parallel Lines - http://fizy.com/#s/1n9fgi
* Papercuts - Do You Really Wanna Know - http://fizy.com/#s/2brtb2