24 Aralık 2011 Cumartesi
Love Etc.
16 Aralık 2011 Cuma
Within You, Without You
9 Aralık 2011 Cuma
Sadece Arkadaşız!
6 Aralık 2011 Salı
Haberin Yok Ölüyorum!
29 Kasım 2011 Salı
Zemini Meçhul Bir Yer
27 Kasım 2011 Pazar
Güne Kahveyle Başladım
24 Kasım 2011 Perşembe
Şair Beni Kıskanır!
Şiir deyince saygı duyduğum şairlerden Atilla İlhan'ın çok sevdiğim şiirinin şarkı hali,
Yaşar - 5 Dakika Bekle Git
23 Kasım 2011 Çarşamba
Şarkılarda Düşünmek
16 Kasım 2011 Çarşamba
Her Zaman Kaybettik Sen ve Ben
15 Kasım 2011 Salı
Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin!
13 Kasım 2011 Pazar
No Speech!
Rahatlayamazsın bazen. Huzurlu hissedemezsin. Kafan ağırdır, ne boşaltabilirsin ne de taşıyabilirsin, kaldırabilirsin. Hiçbir şey yapmak istemezsin. İçinden gelmez çünkü, içindeki sıkıntıya sebep veren düşüncelerden kaçamazsın. Aklınla mantığınla değil de kalbinle düşünürsün. Sadece beyniyle düşünmez insan çünkü. Öyle çarpar ki bazen kalbin, ritimlerini sayarken sana kendini anlatırken bulursun onu.
Konuşamazsın da kimseyle. Kendinle bile konuşmanın etki etmediği o an, kiminle konuşabilirsin ki? Başkasına dair hissettiklerin, o bilmediği sürece ruhuna kabus gibi çöker. Anlaşılmak istersin, onun tarafından ama anlatamazsın kendini, sustukça kılçık gibi saplanır boğazına anlatılmayanlar, bütün acı hafifçe yayılır heryerine ve sen kıpırdayamazsın bile. Yutkundukça nefret edersin boğazına batan o kılçıklardan, nefes almak bile istemezsin bir müddet sonra.
Korkarsın, kaybetmekten korkarsın. Biri alıp götürecek, onun senin kalbine yaptıklarını ona yapacak diye ödün kopar. O sana ait değildir elbette, ama bir parçasını kendine bulayıp içine saklamışsındır, onun kalbinin uzak olması çekilir dert değildir ki. Kıskanırsın o yüzden. Onun aklına girme tehlikesi gördüğün herkesi. Güzel, çirkin, aptal, zeki fark etmez. Senin ona hissettiğini başkasının da ona duyması sanki sıradanlaştırır senin duygularını gibi bi hisse kapılır hepten delirirsin. Hiç de bir şey yapamayacağını da bilirsin üstelik. Tasma takıp onun yüreğini kendine kenetleyecek halin yok ya. Kanatları var onun da, uçup giderse seyredersin uzaklaşıp küçülmesini anca.
Bazen ellerini uzatmak istersin, ulaşmak ona. Ve o kadar zordur ki, onun sıradan bir şekilde, koşullar yüzünden bile, olmaz demesi, yanında olma isteğini geri çevirmesi, çok farklıdır. Bir anda aydınlık olan hava kararır. Az önce içinde huzur bulduğun mekan çirkinleşir. Bulunduğun durum rezalettir artık, zaman anlamsızca akıp geçecektir. O yoktur, gelmeyecektir ne de olsa. Onun eksikliğini ne tamamlayıp seni mutlu edebilir ki? Çağırdığında gelmemesindense, bırak hiç çağırma ki o anla yüzleşmek zorunda kalma dersin. Kaçarsın işte. Korkuyorsundur ne de olsa.
Bir şarkı tutarsın, onu dinler düşünürsün, canını yakarsın gereksiz yere. Öyle ki onu düşünürken sanki yanındaymış hissi bile heyecanlandırdığından seni, acıdan bile keyif alabilecek hale gelirsin. Seni çok kolay üzdüğü gibi, çok kolay mutlu da edebilir üstelik, tek bir cümlesi, bir adımı sana doğru, içini ısıtır, ne kadar ayaz olursa olsun hava, sıcak basar sana. Yaptığı sıradan bir şey bile olsa, sırf o yaptığı için özeldir, sevmediğin bir şey bile söylese sana, o söylediği için hoşlanırsın, hatta seversin. Onun ses tonuyla söylenen her cümle inci gibi değerlidir senin için. Ona ait olduğunu bildiğin her şey büyüleyicidir, sevilesidir. En az onun kadar.
Delirirsin. Gururunla aşkın kavga eder dururlar, kendine engel olursun. Susarsın, beklersin, delirirsin beklerken, onun da öyle olmasını dilersin içten içe, önemli olduğunu hissettirebilecek tek kişidir belki de sana. Ama yapmaz işte. Susar. Senin içine işleyen canını yakan o buz gibi havadaki çırılçıplak halin onda yoktur. Yanarsın, kanarsın, ağlarsın, bazen göz yaşı bile akıtamazsın. Dışardan gayet sağlam dururken içinin kan revan içinde olması ne yaman bir çelişkidir öyle. Susarsın ama. Onunla aklında saatlerce konuşup yüzüne susarsın. Hatta o her hareketini ezberlediğin gözlerine bile bakmazsın. Bakmana gerek mi var sanki. Aklına kaç kere kazımışsın. Bilmez ama o. Susarsın. İçini kanatarak, gülümser ve susarsın işte.
Buyursunlar;
Cemiyette Pişiyorum - Senden Sonra Ben
Sözler Kimin Umrunda?
3 Kasım 2011 Perşembe
Bana Göre Değildi.
2 Kasım 2011 Çarşamba
I'll send an SOS to the world!
30 Ekim 2011 Pazar
Gel Tanışalım Önce!
29 Ekim 2011 Cumartesi
The Time Is Now!
27 Ekim 2011 Perşembe
Bir Şarkı Var Aklımda, Söylemesi Ayıp!
26 Ekim 2011 Çarşamba
Don't Get Me Wrong
Hep korktuğunuz başınıza gelir bu hayatta. Çoğu şeye inanmam kolay kolay da buna çok inanıyorum. Neden? Çünkü hep korktuğum başıma geldi, neyin olmasından çok büyük bir çekince duyduysam içimden kendimi rahatlatmaya aksini düşünmeye çalıştıysam da fayda etmedi. 'Korktuğum' peşimi bırakmadı, üzerime üzerime gelip sonunda tepeme çıktı.
En büyük korkularımdan biridir yanlış anlaşılmak. Zaten kendini anlatmak ve anlamak üzerine bir mücadeledir hayat, ve bunu en doğru biçimde yapmanın yollarını arar insan yaşamı boyunca, sanat bile bu nedenle ortaya çıkmışken, anlaşılamamak herkesin bir şekilde korkusudur zaten.
En iyi yazıyla ifade ettiğime inanırım kendimi. Harflerin sözcükler oluşturarak sayfayla buluşmasındaki görsel ahenk benim için duyguların ve düşüncelerin beden bulmuş halidir, ve zaten en çok da yazdıklarımın anlaşılmaması huzursuz eder beni.
Korktuğum hep başıma geldi, gelecek de daha. Yanlış anlaşıldım, ya da yanlış anlattım belki bazen de bilemiyorum ama sözcüklerimin anlamı kaydı, belki sivri olmayan uçları yaydan fırlayıp ok gibi saplandı karşımdakilere. Fikirlerimin ucu yanlış dokundu, bilemem. Belki hayatı gereksiz ciddiye aldığımı hissettirdiğimden insanlara, gereğinden fazla ciddiyet arar oldular sözlerimde, bilemiyorum.
Zordur yazıda anlatmak fikir ve hisleri aslında. Yazıda mimikler yoktur, noktalama işaretleri ve okuyanın kendi içinde seslendirdiği cümleler vardır sadece. O yüzden vurguyu vermek epey yorucu ve zahmetli bir iştir. Derin anlamlar yüklediğimden kelimelere, bana ihanet etmelerini karşıdakine yanlış hissi vermelerini kaldıramıyorum belki de. Kendime kızıyorum, en çok da cümlelerime. Başkasının aklına yolculuk biletidir kurduğunuz cümleler, eğer yanlış cümle kurarsanız, yanlış bilet almışsınız demektir ve gitmek istediğiniz yerden çok daha başka bir yere varırsınız. İşte bu yüzden tüm korkum yanlış anlaşılmaktaki. Ben kaybolmaktan da korkarım, yanlış ıssız yerlerde vaktimi harcamaktan bir de.
Yanlış anlamayın beni olur mu? Hatalı ifade ettiğim yerleri hissederseniz kendiniz söyleyin bana, beraber düzeltelim. Aklınızda pamuk şeker resmetmeye çalışırken kılıca benzettiysem eğer, silip baştan başlayalım. İki akıl arasında dağlar olursa ne farkımız kalır geceleri durmaksızın birbirine havlayan köpeklerden?
Stop Cryin Your Heart Out
Ya boşunaysa? diyordu, gereksiz yere öyle bir savuruyorsun ki zamanını belki de, yazık! Ne kadarına değeceğini sanıyorsun? Hem ne kadar eminsin de bu yoldan gitmen gerektiğine, kararını yönlendirebiliyorsun? Sonucu seni tatmin edecek mi? Ya da bu bir sonuç olacak mı? İşlerin yolunda gideceğine emin misin? Peki ya içini rahatlatacak şeyleri dile getirecek cesaretin olduğuna? Doğru zamanı bulabilecek misin ha?
Dinlememeye çalıştım, sindirmek için elimden geleni yaptım ama bir süre görmezden gelmem bile onu kızdırmış sesinin tahmin edebileceğimden de yüksek çıkmasına neden olmuştu. Beni kendine inandırması demek, belirsizlikten çıkmaya gönül koymuşken yeniden karanlıklara gömülmem demekti.
Yüksek frekanslı sesinin arkasında ince bir ses daha duyuyordum, ona konsantre olmaya karar verdim. O sesi dinledikçe huzurun ve bir tutam heyecanın bana doğru süzülerek geldiklerini görüyordum.
Sakinleş, neden hep karanlığa bakıyorsun, aydınlık hiç olmasaydı karanlığın ayırdına varmak rahatsız etmezdi seni, gözlerinin alıştığı o olurdu. Umutsuzluk ve şüphe her zaman gölgelerini aydınlığa düşürüp gözlerini yorarlar. Oysa gölgenin düşmesini sağlayan bile ışıktır. Olumsuzu düşünme, karanlığı görme, aydınlığın daha üstün durduğunun ayırdına var artık. İhtimallerden kötü olan hep daha çok dikkat çeker ve seni kaçışa yönlendirir, şüphenin koynuna iter, yapma. Sen bildiğini oku, ne de olsa umudun da karamsarlığın da doğduğu yer aynı, aklın.
Biraz rahatladım ve o anda duymak için kendimi zorladığım sesin aslında şüpheden bile yüksek bir frekansa sahip olduğunu fark ettim, kulaklarımı isteyerek ve istediğimi fark etmeden şüpheye çeviren bendim. Başından beri sus dediğim de, ve aslında umudun konuşması için ona fırsat tanıyan, ona kurması gereken cümleleri söyleyen yine bendim.
Rahatladım ve aydınlığı dinlemek, karanlığı susturmayı kararlarımın arasına yerleştirdim. Şüpheyi demir bir kafese koyup sesinin bana ulaşamayacağına emin olduktan sonra heyecanı, umudu, cesareti ve güveni yakında tutmam gerektiğini aklımın bir köşesine not aldım. Bekleyişim sürüyordu, bu sefer daha da az kum kalmıştı kumsaatinde, heyecanım yavaş yavaş olgunlaşıyor, içimi gıdıklaması içten içe hoşuma gidiyordu.
Bugün çok Black Keys,
Too Afraid To Love You - http://fizy.com/#s/1ohvhi
25 Ekim 2011 Salı
The Good The Bad & The Ugly
İnsanın başka birinin gözünde iyi ya da kötü niyetli olarak anılmasının tek bir sebebi vardır. O da kendi çıkarını gözetirken karşındakininkini olumsuz yönde etkileyip etkilememesidir. Karşınızdaki insanın yaptığı sizin amaçlarınıza giden yola barikat kuruyorsa tabi ki o insan sizin için 'iyiliği' temsil etmeyecektir. Bu nedenle kötü de iyi de objektif olamaz söz konusu insan olduğunda. Demek istediğim iyi de kötü de yoktur değil. İyi ve kötü görecelidir. Subjektiftir.
Herkesin sevdiği insanlardan çok korkarım ben mesela. Yaşamınız boyunca aldığınız kararlar doğrultusunda çizdiğiniz yolun herkesin yoluna paralel olması nasıl imkansızsa, başkasının yolunu bir noktada kesmek zorunda olduğunuz da bir gerçek bence. Herkesin sevdiği o insan, belki de size zarar verdiği halde bunu sizden gizlemenin bir nevi sizi aptal yerine koymanın yollarını da çok iyi biliyordur. Belki de dedim öyle olmayadabilir hemen kızmayalım.
Aile dışında hiç kimse sizi koşulsuz sevmeyecek. Sevginin ortaya çıkması bile insanın bencil doğasıyla alakalıdır. Kendi hoşuna gideni, yalnızlığını unutturanı sever insan neticede, hayatındaki herkesi bi şekilde kendi seçer. Seçmediğimiz tek şey ailemiz, olduğu gibi kabul etmeyi ilk öğrendiğimiz varlıklar onlar. Aşk da insanın tamamen kendiyle ilgili aslında, kafasında yarattığı bir varlığa bir beden seçip iki esansı birleştirerek yeni bir parfüm ortaya koymak gibi bir şey. Aslında en bencilliği ortaya koyan, egoları en belirgin kılan duygudur aşk.
Sevmediğim insanlar var, nedeni de hep benim tarafımdan bakıldığında karanlık imgeler getirmeleri aklıma, ama eminim onların da bu hayatta sevenleri, iyi sıfatını onlara yakıştıran dostları var hem de benim olduğu kadar, belki daha fazla. Bir insanı kötülerken iki kere düşünmenizi istiyorum o yüzden. Bir insanın size bir şey yapması, başkasına da yapacağı anlamına kesinlikle gelmiyor. Ne sizinle olan çıkar çatışmalarını, ne de içinde bulunduğu ilişki türünün aynısını yaşama ihtimali var başkalarıyla. Olsa bile bir başkasının adımlarına dair güçlü tahminler yapacak güveni nerden buluyoruz hep merak ederim bunu. Tanıdığımız kadarıyla yorumlar yaparız, ki evet bir noktada tanıdığımız insan bizi şaşırtmayabilir ama şaşırtma ihtimali hiç göz ardı edilebilir mi? Öyle olasılıklar kurguluyoruz ki insanların aklına, sonunda diğer insanın gideceği yolu yıkarken, granitten yapılma gökdelenler gibi dikiveriyoruz sağlamca önyargıları başkalarının kafasına.
Başkasına anlatırken ne sevdiğiniz insanları fazla yüceltin, ne de sevmediklerinizi kötüleyin. Hatta mümkünse iyi ya da kötü kelimesini sıfat olarak koymayın tanıdıklarınızı tanımlarken başka tanıdıklara. Bildiğiniz kadarıyla karakteristik özellikleri hakkında fikriniz varsa paylaşın ama 'iyi' ya da 'kötü' demeyin biri için. Emin olun siz bile kendinizin kimin gözünde iyi kimin gözünde kötü olduğunu bilemezsiniz. İnsan doğumundan ölümüne kadar nötr'dür, iyiliğin beyazlığını mı kötülüğün karanlığını mı yansıttığı karşısındakinin bakış açısına bağlıdır.
Ne dinlesek diyenlere;
*Hot Chip - Arrest Yourself http://fizy.com/#s/3w901u (bugünbirazhareketlitakılalım)
19 Ekim 2011 Çarşamba
You will be the death of me.
Sevilmemek değil, insanı mahveden, delirten, kesinlikle belirsizlik.
Emin olamamak, ipuçlarından gerçeğe varmaya çalışmak,
bitmek bilmeyen yap-boz parçalarıyla boğuşmak.
Belirsizlik.
Karamsarlığın da kaynağı, umutsuzluğun da hatta umudun da.
Zaman kaybetmeye, pişmanlıkları deste deste biriktirmeye neden olan
zehirli, lanetli kelime.
Belirsizlik.
Ne yapacağını bilememekten de öte, yaptıklarının sonuçlarını görememek.
Beklemekten halsiz düşmek, faydasızlığın içinde kaybolmak, yine de beklemek.
Çaresizce, ellerini nereye koyacağını bilemeyerek heyecandan.
Belirsizlik.
Belli belirsiz bir yolda, iz bile bırakmadan yürümek gibi işte.
Ne bastığın yerde bir parça senden.
Ne gölgen arkanda, senin geçtiğin yollara karartı veren.
Yoruldum ben bu belirsizliklerden...
Bu günün loop şarkısı bu benim için;
tıklamadan göremeyin - http://fizy.com/#s/2b5qsc
17 Ekim 2011 Pazartesi
Fake Plastic Girl
Kendini anlatmak zorundadır insan. Onaylanmak için, emin olmak için kendini anlatmak zorundadır. Farklı olmaya bir o kadar hayran olan insan aynı zamanda içini rahatlatmak, yalnız olmadığını kanıtlamak için kendine, sıradan olduğunu görmek ister.
Anlatır. Sayfalara, kişilere, notalarla, sözlerle, resimlerle, kalemlerle, heykellerle.. Bir şekilde anlatır işte. Anlatmaya mecburdur çünkü, bazen sadece anlaşılmak için. Anlaşılmak mümkün müdür peki? İnsan hayata hep subjektif bakar, ya da objektif olabilir mi kimi zaman? Hayır olamaz bence. En objektif yorum bile içinden çıktığı subjenin fikirlerinden arınmadığı müddet saf bir objektifliğe sahip değildir. Bu subje insan olduğu sürece ve tecrübelere dayandığı an zaten tarafsızlık imkansız değil midir?
Ben kendimi anlatırım hep, daha çok portreler çizerim kalemimle, bazen anlık görüntüler betimler, resmederim olay ve durumları sözcüklerle. Bitmeyen danslarım hep kelimelerledir, müzik de eksik olmaz üstelik. Bu kez size yine kendimi anlatacağım. Bütün çıplaklığımla hem de, üşüyerek titreyerek ve utanç duygumu yitirmediğimin kanıtı kızarmış yanaklarımı sunarak anlatacağım hem de. Bu yazıyı muhtemelen okumayacağınızı bilerek içimde gizlediğim romantik Deniz olarak konuşacağım sizinle. Sizin çoğu zaman göremediğinizi, göremeyeceğinizi.
Susarım mesela ben, nadiren susarım, kızgınsam, sıkıldıysam, kırgınsam. Farklıdır susmak, konuşmaktan daha zordur aslında, gözlerinin konuştuğu anlar hep sustuklarındır. Gözlerimden akar öfke, eriyen mumun damlaması ya da süzülmesi gibi yavaşça aşağı doğru. Ellerim konuşur susunca, ağzımdan dökülmek istenenler ellerimde toplanıp da özgür kalmak istermiş gibi elektrik verirler parmaklarıma ve sıkarım tüm gücümle, tırnaklarım batar derime, suskunluğumun bedelini öderim. Ya da kırgınsam, küser gözlerim de, bakışlarım da gizlenir, hepten silinir, tek bir bakış belki, cam parçaları saplandığının yansıması olarak gözlerimden kırılmanın sorumlusuna yönelttiğim. Sıkılırsam ellerim kollarım yerinde durmaz, dudaklarımın enerjisi onlara aktarılır.
Gülerim ben, ya durumlara ve olaylara, ya da içimdeki mutluluğu akıtırım, durup dururken hem de. Görünürde hiç bir sebep yokken. Dalga geçerim sıklıkla, hem kendimle hem de çevremdekilerle. Bilirim çünkü, espri anlayışından yoksun çekilmez hayat. Hatta hayatın ta kendisi mizah üzerine kuruludur, en önemli başlangıçtır mizah. Ciddiye almakla eğlenceye vurmak arasında çok ince bir çizgi vardır ve ben onu yakalamış insanlara zeki der ve saygı duyarım.
Çekingenimdir bazen, insanların benim hakkında ne düşündüklerini de önemserim. Çok umursamaz ve rahat görünmeme rağmen aslında kafama da takarım çoğu şeyi ama çoğunlukla göstermem, pelerinimin altında bir yerlerde saklar sonra kendi kendimi yerim bir şekilde de çözene kadar asla rahat edemem. İnsanları kandırmak çok kolaydır, kendimi ise asla kandıramayacağımı bilirim. Başkalarına yalan söylesem bile kendime asla söylemem, verebileceğim en büyük zarar olur bu çünkü.
İnsanlar unutkan derler bana, günlük hayatın akışında yapmam gerekenleri unuturum belki ama anıları, dikkatimi çeken ince ayrıntıları asla çıkarmam aklımdan. Kendim bile farkına varmadan aklımın kaydettiği birdolu ince detay saklıdır sizin bile kendinize dair hatırlamadığınız belki de ama asla çaktırmam size hatırladıklarımı. Oyuncuyumdur biraz, nasıl düşünmenizi istiyorsam ona göre davranıp öyle düşündürtebilirim sizi. İnanmadığım bir fikri kabul ettirebilirim bazen, manipüle ederim çok rahat ama çok yakınımdakilere yapmam. Genelde bunu kendimle ilgili konularda yaparım, insanların kendilerini kandırmalarından nefret ederim, onlarla ilgili bir konuda ne düşünüyorsam onu söylerim boş yere teselli etmem asla. Yalan tesellilerle başkalarına boş umutlar hediye eden insanlardan iğrenirim. Asıl kötü niyetli olan onlardır.
Bencillikten hoşlanmam ama belirli bir bencillik sınırım vardır o noktaya kadar insanların sergilediği bencil davranışları kaldırabilirim. Hırslı ve ukala insan sevmem. Hatta hırslı insanlardan korkarım, kendi hedefleri uğruna kimi harcayacaklarını kestirmek imkansızdır. Kıskanırım da ben, bu duyguyu hissettiğim an öfkelenirim kendime, içimde yaşar geçmesini beklerim sessizce; mülkiyet duygusunu tamamen yenebilmiş bir insan kıskançlığa karşı koyabilendir ve öyle bir insana rastladığımda gerçekten benim için çok saygındır -şu ana kadar rastlayamadım-.
Yanında ağlayabildiğim insan özeldir benim için. Gözyaşlarımı akıttığım anda yanımda olması telaş değil huzur veren insan, onun için elimden geleni yapmaktan çekinmeyeceğim insanla aynı kişidir. Duygularımın yoğunluyla davranışımdaki yakınlık ters orantılıdır. Sevgi sözcükleri, iltifatlar, sevgi gösterileri yabancıdır bana. Tanıdıkça davranışlarımdaki küçük sembollerden anlaşılır karşımdaki insana olan his ve fikirlerim. Üstelik aksini savunurum hep, duygularda netliğin önemli olduğunu söylerim ama benimki kasıtlı bir gizleme değil, yaşadıklarımın etkisiyle belki hissettiremiyorum duygularımı karşımdakilere, verebilecek sevgim sonsuz olduğundan korkuyorum içten içe.
Herkese koşulsuz yardım edebilirim çünkü beni en mutlu eden şey yardım etmektir, birine iyilik yapmam için o insanı sevmem gerekmez, ne şekilde olursa olsun katkıda bulunmayı severim.
Önemsenmemeyi kaldıramam, sözlerimin kestirip atılmasından bölünmesinden hoşlanmam. Fikirlerime saygı duyulmamasını kaldıramam, dalga geçmek ve aşağılamak arasındaki çizgiyi korumayı başaramayan insanlardan hazetmem. Mutluluğumu paylaşmayan insanlara tahammül edemem ve bunu çok agresif bir şekilde dışa vururum. Fevriydim, törpüledim kendimi, dediğim gibi şimdi susarım sadece sinirliyken. Değişkenim, yenilikçiyim. Sabit kalacak belli başlı düşüncelerim hariç her fikrimin değişip yeniden şekilleneceğini kabullenirim. Zevkler ve renklerin tartışılamayacağına inanmam, her konuda tartışabilirim ama bilgi sahibi olmadığım konular hakkında yorum yapmam susarım ve anlamaya çalışırım. Çok iyi bilmediği konuda iddia sahibi olan insanları hep yererim, yereceğim de.
Bunları neden anlattım size? Kendimi anlatmak zorundaymışım ben de demek ki. Tanıyarak göreceğiniz şeyler hakkında ufak bir ipucu olsun bu da. Sanki merak eden varmış gibi. Buraya kadar okuyabilen/okumuş birileri varsa helal olsun :)
14 Ekim 2011 Cuma
Anybody Seen My Baby?
İstiyordum, belki de tek bildiğim şeydi bu. Onu istediğim. Yanımda, ulaşabileceğim mesafede olmasını. Tek sorun bildiklerimin kendimle sınırlı olmasıydı. O, kilidini açmak için gömüldüğü kumların altından bile çıkararamadığım bir hazine kadar saklıydı, karanlıktı ve belirsizdi. Biliyordum, istediğimi ve yine bilmek istediğimi biliyordum, onun düşüncelerini. Ne gözleri geçit veriyordu bana, ne sözleri birer yol açıyordu detayların ayak izlerini kovalayan aklımda. İşaretleri yorumlamaya çalışıp bir nevi avcılık yaparken bir yandan da kılıcımı duygularıma savurmak zorunda kalıyordum. Onlar işime karıştıkça, atmaya çalıştığım okları hedefinden savuran rüzgarlar gibi hedeften şaşmamı sağlıyorlardı sadece. Duygularımı bana karşı harekete geçiren ise, bilgi sızdırmayan, değerli taşları andıran gözleri ve sözlerinden çok beni etkileyerek titreşimlerinde kaybolmamı sağlayan ses tonu ve vurgularıydı.
İşi garipleştiren başka bir nokta vardı. O noktanın başrolü kesinlikle benimdi. İstediğim bilgisini karşımdan yeterince istihbarat almadan açığa vurmama sözü vermiştim kendime. O yüzden istediğimi dillendirmediğim sürece anlaşılması imkansızdı düşüncelerimin. Düşüncelerimle hareketlerim arasında bir kale niteliği taşıyan dudaklarım işlerini ustalıkla gerçekleştiriyorlardı elbette. Emir büyük yerdendi ne de olsa. Bu emiri tek umursamayan gözlerimdi. Onlar mutluluğu anında kabul ediyorlardı, siluetiyle, bakışlarıyla, sesiyle ya da temasıyla karşılaştığımda ve başlıyorlardı ışıldamaya.
Bazen aklım derin karmaşaların esiri oluyor ve verdiği emirleri sorgulamaya başlayıp vücudumu şaşkınlığa boğuyordu. 'İstediğini açığa vur' diyordu mesela. Hareketlerimin ayarı kayboluyor yine de emir çok içten gelmediğinden uygulamaya sokulamıyordu. Şüphe, aklımın en üstünde kabul görmüş yerini asla terk etmediğinden emre hiçbir zaman tam olarak onay vermiyordu ve görünüşe göre bunu yapmayı sürdürecekti de. Şüphe ki bütün ondan gelen önemli sinyalleri kendi gözetimi altına alıyor ve çoğunu sorgularken tokatlaya tokatlaya sonunda ölüme sürüklüyor ve ipuçlarının yetersizliğinden yakındırıyordu düşüncelerimi. Şüphe bazen benim anlayışımı zorlaştıran duygularımla aynı tarafta yer alan bir ajan izlenimi veriyordu bana. Yine de duygularımın aksine yeri beynimin baş köşesi olduğundan şüphe'den şüphe duymak karışıklıktan başka hiçbir işe yaramazdı.
Savaşın sonucuna doğru aklımdaki düşünceler fark etmeye başlamıştı ki, şüphe aslında zararlıydı. Fazla büyüyüp sözünü çok geçirmeye başladığı andan itibaren mantıksallığı dışlamaya ve gereksiz yere telaşı dürtmeye başlamıştı. Buna engel olmak oldukça zor olacaktı ama şüpheyi zincirleyip telaştan uzak durma kararı bana iyi gelecekti. Böylece O'ndan aldığım sinyalleri daha iyi yorumlayabilecektim aklımda, duygularımdan da arındırarak, süzgeçten geçirerek onları.
Uzaklaşmam zor olsa da şüpheyi devre dışı bırakmayı başarmış ve artık içimdeki seslerden gelen titreşimleri doğru kabul etmeyi öğrenmiştim. Tek başaramadığım şey vardı oysa. İstediğim gerçeği, ne kadar beynimde en kesin noktada dursa da onu dışarı ittirmeye çalıştıkça gün yüzüne çıkmaya, ışıkla yüzleşmeye o denli korkuyordu ki kıyamıyordum ona. Dışa vurmak için cesarete ihtiyacım vardı, o ise uzun zamandır duyguların esiri olduğundan aklıma yanaşamıyordu bile. İstediğim gerçeğini ona yollamam en büyük kozum olacaktı. O zaman beklediğim kesinlik beni bulacaktı ve öğrenmem gereken o tek sorunun cevabını alan beynim bu öykünün de sonundan yeni bir başlangıç oluşturacaktı elbet. Yeni bir son ve etkileyici bir başlangıç ortaya çıkacak ve yeni başlangıç ya günbatımını ya da batmayan bir güneşin doğuşunu sembolize edecekti akıllarda.
Duygu ve düşüncelerim ya barışı sağlayacak ya da iç dünyamı griye çevirecek o savaşı başlatacaklardı. Duygularımı cesaretimi esir almaktan vazgeçirmek ve cesaretin yardımıyla istediğim gerçeğini aydınlıkla buluşturmak yapmam gerekenlerdi. Şüpheyi elimine etmek ise başlangıç noktam olmuştu. Devamını getireceğime olan güvenim ise henüz duyguların o kadar tesirinde kalmamıştı.
Şu anki aşama beklemek olmalıydı. Her savaşta olduğu gibi hayati önem taşayan süreçti bekleme süreci. Gözlerimi açıp pusuya yatıp duygularımı sindirerek bekleyecektim. Bekliyordum da. Onun ortaya çıktığı zaman çok daha kararlı bir hedefe ulaşma sürecinin emrini verecekti beynim. Beklemek zordu. Beklemek adeta kendi kendine yapılan bir işkenceydi ve kesinlikle duyguları besliyor düşüncelerden de en çok gerginliği uyarıyordu. Yine de beklemeye devam edecek gücü içimde buluyordum. Beklememin en büyük destekçisi henüz yaralı olsa da ölüme yakın değildi. Umut düşüncelerime destek oluyor, içimi rahatlatıyor, hatta duygularımın yanına sakinliğin gitmesini sağlayabiliyordu.
Okurken dinle:
* Dave Matthews Band - You & Me
http://www.youtube.com/watch?v=7f4TItnxVOw
* The Animals - House of the Rising Sun
http://www.youtube.com/watch?v=mmdPQp6Jcdk
* Eagle Eye Cherry - Save Tonight
http://www.youtube.com/watch?v=QYEd3_XaJ-4
13 Ekim 2011 Perşembe
Akıldan geçen yolu kazmışlar.
Yazacak kelimelerin yoktur bazen, ya da çoktur. Çoksa yoktur. Bir şeyin cevabı çoksa, aslında yoktur, boştur.
Çok şeyim var diyecek benim de. Yok denecek kadar çok. O yüzden bulamıyorum kelimeleri, zıtlıklar yüzünden kafası karıştı cümlelerimin.
Korkak sözcükler, korkak cümleleri, korkak cümleler, korkak davranışları doğurur. Kaçmak bunların bir sonucudur. Korkundan kaçmak. Peki ya korktuğun şey? Cesaretini söndüren ve korkunu uyandıran, sonucunu bilmediğin şeydir. Bilinmezliktir besini korkunun.
Reddetmek gerçekleri, aldanmayı doğurur. Aldatılmayı, yalanı kaldıramayan insan kendini aldatmak konusunda en başarılıdır aslında, hep olayları çarpıtarak kendini kandırır. Umudun, yaşamak için vazgeçilmez olan şeyin, doğup büyümeye elverişli gördüğü yer yalansa, gebe kalır hayalkırıklığına. Zararlıdır umut, tehlikeli ve asitli. Şeklini alıp yerleştiği bardak kırıldığı an yakar derini, eritir içini, kemiklerini bile.
Yalnızlık güzeldir, yazılara dökmek kendinle yaptığın sohbetleri, fikirlerini tanır insan, en çok da yazarken tartar kendini. Yüzleşmek güzeldir, kendi gözlerinin içine bakıp konuşmak yalnızlığınla. Kaçırmadan gözlerini. Korkmadan, kandırmacalara yer vermeden. Tam anlamıyla ne kadar dürüst olabilirse insan kendine o kadar.
Konuştum kendimle. Bana dedi ki, yorgunum ben, suskunum, durgunum, halsizim, üşengecim, bıkkınım, isteksizim, umursamazım, alınganım ve hatta hassasım da. Evet hepsi aynı anda. Genel olarak ise mutsuzum. Bağımlıyım biraz, biraz huzursuz, beklenti dolu ve yorgun, çok yorgun.
Şeker gibi sesli kadın vokallerden gelsin o zaman, hafif melankoli böyle bi.
* Flunk - Cigarette Burns
http://www.youtube.com/watch?v=wTUF1khnUBg
* Postishead - Glory Box
http://www.youtube.com/watch?v=yF-GvT8Clnk
* Skunk Anansie - Hedonism
http://www.youtube.com/watch?v=LLs-JP5FGAg
* Sia - Breathe Me
http://www.youtube.com/watch?v=hSH7fblcGWM
* Shivaree - Goodnight Moon
http://www.youtube.com/watch?v=LRqUONe_aAI
4 Ekim 2011 Salı
Evvel Zaman İçinde
Bir kız var, yorgun, bıkkın, ürkek biraz da. Eli göğüs kafesine gidiyor arada, saklamaya çalışırmış gibi kalbini ellerinin arasında. Bir sıcaklık var ellerinde, hafif pembelik yanaklarında.
Bir düşünce var, binlerce düşüncenin kraliçe arısı, gizli, suskun, sindirilmeye çalışılan. Kızın aklında büyüyor gün geçtikçe, hafif sinsice. Sıcaklık artıyor kızın ellerinde, göğsünü sıkıyor ağrı zamanın ilerlediği her bir an.
Bir adı var o düşüncenin ve içinde saklı duygular. Düşüncenin ana fikri kaygılı, sabırsız, aceleci, merak dolu bir heyecan. Bilindik duygularla bilinmeyen sonuca bulanık ve sallantılı adımların köprüsü adeta.
Bir aşk var, saklı, çekingen, tazecik, büyüme çağında. Sessiz, asil, saf ve kırılgan. Kirlenmemek için kozasından bile çıkmaya yeltenememiş tırtıl kelebek arasında bir canlıymışcasına çırpınan.
Bir kız var, kaygılı bir düşüncenin ardında aşk adlı bir duygu saklayan. Yorgun, bıkkın, ürkek ama yine de heyecanlı ve bu yazıyı yazdıkça aklının yansıttıklarına aynadan bakan.
1 Ekim 2011 Cumartesi
Ayna ayna, sihirli ayna, neler söyledin bana?
27 Eylül 2011 Salı
A couple words, a great divide.
Kimler başarılı olur bu hayatta biliyor musun? Çok fazla potansiyeli olmayanlar. Kafası farklı çalışan insanlar yıldızlara benzerler, birden ışıldar aniden sönerler. Gecenin bi saati bunları düşünmek gariptir, eğer ki düşünüyorsan ve çoğu kişinin katılmayacağı fikirler üretebiliyorsan bu yorganın bile ısıtmadığı ayaza çeken sonbahar gecesinde, sen de onlardansındır, kinetiğe dönüştüğü anda aşırı enerjiden patlayarak işlevsiz hale gelecek potansiyeli olanlardan.
Aşırı yatkın olmayacaksın hiçbir şeye, öyleysen -ki buna yetenek diyenler de var- şuna emin ol ki ona yönlendirildiğin an özgür değilsindir, özgür değilsen, potansiyelin olduğu şeyi öylesine değil de seni tetiklemek için basılan tuş yüzünden yapıyorsan, o başarı başarı değildir.
Ben onlardanım işte, asla başarılı, parlak olarak anılmayacak olanlardan, bir şeydeki mecburiyet hissini tattığım an sönüyorum, kayan bir yıldız oluyorum, herkesin onun gibi olmamayı dilediği bir yıldız. Çok azdır benim sonunu getirebildiğim iş. Okul da bunlardan olur diye de epey korkuyorum. Bu yazıyı okuyorsan -sanki biri okuyacak lafa bak- denizin kendine itiraf edemediği ve yüzleşmekten yıllarca kaçacağı bir gerçekle karşılaştın.
Deniz güzel yazar, müziğe aşıktır, çizimi sever, tasarlamaya bayılır. Ama denizozy bunların hiçbirinde "başarılı" olmayacak. O kendi kendini bitirecek, sonuna kadar başarıya gidip sonunda fazla düşündüğünden dolayı detaylarda kaybolup kayacak. Arkasından bakacak gözler ona, üzülecekler, hızlı da yaşamayacak üstelik.
Zaman o kadar soyuttur ki hızlı ya da yavaşın göreceliliklerini kestirmek ve bunları mutlak bi sabite dayandırmak mümkün değildir. Hızlı değil eksik yaşayacak deniz. Hep inkar edecek bunu, hep bile bile lades diyecek ama kimseye kızamayacak, kendi sonunu getirecek. Ölümden korkar o, delirir ölümü düşünürken, bir gün yitip gitme fikrinden korkar, ölümsüz olmak ister. Herkes gibi.
Olabilir mi? Başarı görünümlü onlarca başarısızlık, akıl aldığı herkesten daha fazla bilincinde olup kafasını çevirdiği gerçekler.. Hunharca serptiği, klişelere bulanmış duyguları, belki de tek emin olduğu, "bana ait" diyebileceği yegane şeylerdir. Bir onlar var işte. Onları da göstermez. Gururludur. Gurur aptallıktır. Deniz de aptallık yapar çoğu zaman zaten. Evet, bilerek.
Hiç bir kelimenin, aynı anlama geldiği halde cümlenin gidişatına uyumsuzluğu yüzünden eğreti durduğunu, her kelimenin bir diğerine uyum sağladığı an melodi oluşturduğunu hissettin mi? Deniz hisseder, her şey müzikseldir, her sözcük bir notadan farksızdır, frekansı belirleyen tınıyı veren harflerdir ve bunu hisseden oldukça az insan vardır. Deniz sadece 2 kişi sayabilir tanıdığı, bahsettiği o şeyi anlayan.
Kendinden 3.tekil olarak bahsetmek nasıldır peki? Kendinin tanrısı olabilmektir o da. Çünkü herkesin tek tanrısı vardır o da kendisidir. Aslında itiraf edemese de herkes yaratıcı olarak benimsediğini algılamaya çalışırken yani aklında hayalini oluştururken yaratıcısının, kendini şekillendirir, olmak istediği biçimle. İnancı ne olursa olsun bu böyledir. Herkesin mükemmeli farklıysa tanrısı da farklıdır.
Saçma geliyor di mi? Fazla mantıklı olduğundan saçma aslında. Çünkü hiçbir şey o kadar da mantıklı değildir hayatımızda, duygu işin içine girdiği an mantık yoktur. Bundandır başkasına verdiğimiz müthiş akılların bize faydasızlığı. Kendi hayatımıza duygusuz yaklaşamayız. Zaten yaklaşmamalıyız. Gerçek dediğin duygulardır, gerisi değişken dalgalardır. Her neyse, gece hayal kurmak güzeldir asıl. Böyle yazılar yazıp kendinle yüzleşmekten daha yapaydır belki ama çok daha güzel.
Günün Şarkısı:
Grizzly Bear - Slow Life -- http://fizy.com/#s/1c1sbu