Zamanı geldi. Tekrardan kelimelere sığınmamın vakti tam olarak. Tınıları, melodileri, ahengi tekrar kulaklarımda hissetmenin.
Benzetmelere, metaforlara, betimlemelere boğmak istemiyorum kelimeleri. Yalın, sade, zarif istiyorum onları. Mutsuzluğumu ve acılarımı yansıtmak istiyorum sadece. Çünkü kimseye yansıtamıyorum.
Ona aşığım ben. Kimseye söyleyemiyorum. Kendime bile.
Onu özlüyorum, yokluğunda çok mutsuzum.
Tesadüflerin bize uğramaması canımı yakıyor. Plansız görüşmelerimizin, gelişigüzel, beklenmedik anılarımızın olamayışı.
Belirli zaman dilimlerinde görüşüp, kısıtlı vakitler içine sıkışmanın stresi içinde ona doyamamaya katlanamıyorum.
Ben birini daha yanından ayrılmadan özleyebilmenin ne demek olduğunu biliyorum.
Ben hayatının her anını paylaşmak istediğin insanı kendi hayatının bir parçası yapamamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum.
Ben her gün uyandığın şehrin geçtiğin hiçbir köşesinde ona ait imgeler bulamamana rağmen o insanı anabilmenin nasıl mümkün olduğunu biliyorum.
Ben ürkütücü derecede benzer olayları, yaklaşık zaman kesitleri içinde birbirinden habersizce yaşamanın ne demek olduğunu da biliyorum.
Ben iletişim güçlükleri çevreni sardığında bile bir yolunu bulup klavyeden çıkan sözcüklerin yetersizliğinde satır aralarına nasıl özlem sarmalanır, biliyorum.
Ben yakın zaman içinde görüşmek istesen bile çok önceden belirlemeden görüşemeyeceğin insanla vedalaşmanın ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum.
Ben her gün içinde onunla paylaşacak ne kadar çok şey biriktirilebileceğini ve yeniden onu göreceğin zamana kadar ''ona anlatmalıyım'' dediğin şeylerin ne de güzel aklından silinebildiğini biliyorum.
Ben eğer yakınında olsa o kadar önemli olmayacak meselelerin mesafenin ezici üstünlüğünden ötürü ne kadar da büyükleştiğini fazlasıyla iyi biliyorum.
Ben ıraklıkların insanları soğutup uzaklaştırdığına inanmak istiyorum.
Fakat ona inanamıyorum, öyle bir şey varsa da işte onu bilmiyorum.