16 Şubat 2014 Pazar

Material Girl

Artık kabul etmemiz gerek. Gerçekle yüzyüze kalmamız ve onu sindirmemiz. Sevmemiz değil, sadece kabullenmemiz. Biz insanlar materyal dünyanın metalarıyız, onun mülkleştirdiği ve mülklerimize birbirimizden daha çok değer biçen varlıklarız.

Biz, artık bir makinenin içine hapsolmuş hayatları yaşıyoruz. Kendimize ordan bir karakter yaratıp, boş zamanlarımızda kendimiz oluyoruz. Bu boş zamanlar ise sadece başkasıyla olamayacak kadar kendimizle kalmak zorunda kaldığımız zamanlar. Neden değişken, ‘’yalnız kalmak istiyorum’’ cümlesini bize kurduran herhangi bir neden olabilir bu. Bir kez kurduğumuz zaman bu cümleyi, işte o zaman kendimize ihtiyacımız var. Çoğunlukla olamadığımız benliğimize. Duygularımızı gizlediğimiz diğer bütün anlar ise bu makine içinde dönen bir saat içi tekerinden hiçbir farkımız yok.

Biz anılarımızı bile eşyalarımıza yüklüyoruz. Bir insanlar kendimizin parayla satın aldığımız şeylere ruhumuzu aktarıp onun içinde yaşamaya devam ediyoruz. Yaşamıyoruz da esas olarak, yaşıyormuş gibi yapıyoruz.

Baktığımız hediyelerde alan insanları görüyoruz. Değersiz, yapıtaşı bile aynı olan nesnelerin içinde değer biçiyoruz o insanlara. Tekrar kendimizle yalnız kaldığımızda görüp o ana gidebilmek için yapıyoruz bunu. Bu kadar aciziz işte.

Affedemiyoruz, duygularımızdan korkup çoğu mantıksız şeyin arkasına sığınıp güçlü durduğumuzu sanıyoruz. Güçsüzleşiyoruz, yalınlaşıyoruz. Tek olmayı yalnız olmakla karıştırıyoruz. Varlığın içindeki yalnızlığı, dışlanmışlıkla karıştırıyoruz. Kendimiz olamadığımız her an kendi bildiğimiz anlamda ‘’yalnızlaşma’’ sürecine katkıda bulunuyoruz.

Dürüst değiliz, kendimize bile, karşımızdakine olmaya çalıştığımız insan yanılsaması içinde de yitip gidiyoruz yavaşça. Yaşadığımız hiçbir şey gerçek değil. Çünkü biz değiliz. Kendi adlandırdığımız, çoğunlukla zaman içinde yanlış hallere bürünmüş kavramlar içinde boğuluyor ve bunlara prensip adını takıyoruz. Toplum içinde kabul görmekle o kadar kafayı bozmuşuz ki normların içinde kalmaya kendi kararlarımız ve prensiplerimiz adını vermişiz.

Bu kalıpların içinde duyguları hapsediyoruz. Hissettiğimiz yoğunluğa erişemeden de onları defetmenin yollarını arıyoruz. Çünkü hepimiz sadece aciz ve korkağız. İçinde bulunduğumuz çevreye bağımlıyız. Yarattığımız karakterin dışına çıkmaya dair büyük korkularımız var. Söyleyemediklerimizin esiriyiz.

Hata yapmaktan o kadar korkar hale gelmişiz ki bunun sonucunda hata toleransımızı toptan yok etmişiz. Bir yanlışın sınavlarda 3 doğruyu götürmesi bize verilmiş bir hediye gibi. Çünkü kendi hayatlarımızda ölümü, yok oluşu, hata yapmaya tercih eder hale getirilmişiz. Affetmenin bir erdem değil, aptallık olarak görüldüğü çağdayız artık.

Her gün yavaş yavaş öldüğümüzün farkında olmadan ne uğruna bile yaşadığımızı unutarak sadece nefes alıp veriyoruz. Bir kere yaşanan bu hayatın süresini bile bilmeden geri gelmeyecek sermayesini harcıyoruz; zamanı. Kaybedene kadar değer bile biçmekten aciziz soyut kavramlara, çünkü varlıklarının değeri anca yokluklarıyla biçilebiliyor. Bu kadar zavallı bir haldeyken kendimizden büyük duyguların altından kalkabileceğimizi düşünmek fazlasıyla aptalca. Ki zaten yapabildiğimiz de pek söylenemez. Duyguların içi yenik portakal kabukları haline getirdikten sonra sadece birleşimlerinin birbirlerini daha az çekilir hale getirmesi işten bile değil ne de olsa. Duygularımız da en az bizim kadar yapaylar. Gerçek hallerini sevmediğimiz için kendi hayali kişiliğimiz törpüsünden geçmek zorundalar ne de olsa.


Selamlar materyal dünyanın metaları, eşsiz insanlar. Maskelerimizi takıp yalnızlaşmaya devam etmek için harika bir gün.
Real Time Analytics