Hepimiz o kadar kendimize kendimizi ispatlama, başkası tarafından özel olduğumuzun hatırlatılması derdindeyiz ki birlikteliğin anlamını unutmuşuz. Rekabet hayatımızın bu kadar içine işlediğinden beridir belki duygusal ilişkilerde bile tüketim psikolojisine bürünmüş gidiyoruz. Aşk böyle bir şey miydi? Hırsla aşkın ayırdına ne zaman varamaz olduk biz.
Ulaşılmazı çekici bulmak, elde etmek için çabalamak zorunda olunana yönelmek, hırslarımızın kölesi haline gelip sonra buna aşk/hoşlantı adını vermek ne kadar mantıklı? Aşkın doğasında elbette yüceltmek, kendinden parçalar eklemek ve bir illüzyon yaratmak vardır. Fakat, elde edilmesi zor olanın peşinden koşmak gereksiz egosal bir savaştan fazlası değildir.
Kime neyi kanıtlamaya çalışıyoruz ki? İş hayatımızda hedeflerimize ulaşmak için bu psikoloji içine girmeye mecburuz belki ama sevgi, aşk gibi saf duyguları buna alet etmek hiç de hoş gelmiyor kulağa.
İki yanlış var bu işte, herkesin etkilendiği ama kimsenin elde edemediği imajını veren birini kazanma isteğinin altında yatan iki kocaman yanlış.
İlki kendimize duymamız gereken inancı, gereksiz bir hırsla donatarak başkasına odaklamak. Birey, kendine gereken değeri vermediği, hayatının merceğine kendisini yerleştirmediği sürece bu boşluğu doldurmak için kendisine değerli olduğunu hissettirecek başka şeylerde/kişilerde çare bulmaya çalışır. Ki genelde bu çabanın karşılığını hiçbir zaman alamıyoruz, aksine özgüvenimizi ve kendimize saygımızı yitiriyoruz. Kısaca hırslarımızın kurbanı oluyoruz.
İkincisi ise diğerini de kapsayan, kendimize ve çevremize kendimizi kanıtlamak zorunda olduğumuz yanılgısı. Eğer fazla talep edilen ama elde edilmesi zor olanın bizim olmasını sağlarsak çevredekilerin imrenmesine neden olup, kendimize başarabildiğimizi ispatlamış oluyoruz. Ne büyük bir yanılgı, asıl kayıp başkalarının bizim hakkımızdaki düşüncelerini bizi yönlendiren tekerlerin başına yerleştirmemizle başlıyor. Hayatımızdaki hiç kimseye onlardan farklı ya da üstün olduğumuzu kanıtlamak gibi bir görevimiz yok oysa ki. Asıl farklılık benzerlikleri kabul etmekle başlar. Kendimizi sevip olduğumuz gibi kabul etmediğimiz sürece hiçbir şeyden tatmin olmayı başarmamız mümkün değil.
Varmak istediğim nokta şu. Aşkta oyun, hile, kazanan, kaybeden yoktur. Daha iyisi daha kötüsü de yoktur. Aşk bir kumardır, ya vardır ya yoktur. Garip bir kesinliği vardır. Hırsla çok fazla karıştırıyoruz aşkı. Aşk en iyiyi bulma değil, beklenmedikten en iyiyi yaratmaktır. Güzel yanı sizin aşık olunanı gördüğünüz haliyle başkasınınkinin çok farklı olmasıdır. Özel yapan budur onu. Herkesin hayranlık beslediğine, ulaşmak istediğine duyulan şey hırstır. Elde etme arzusudur. Asla aşk değildir. Bundandır aşkın gözünün kör oluşu zaten, bilinmeze duyulan açıklanamaz hislerin sürecidir aşk.
Aşık olun, sevin, içinizden geldiği gibi davranın. Karşılık görüp göremeyeceğiniz karşınızdakinin özgür iradesiyle alakalıdır. İlgisizliğe aldanıp da onu kovalayıp sonra da adına aşk demeyin ama. Yapmayın bunu.