27 Eylül 2010 Pazartesi

Psikolojik Çöküş Evreleri.

Anlatmakla geçmeyecek sıkıntılar.
Bi türlü bulamadığın çözümü sadece sende olan sorunlar.
Kalabalığın içinde daha çok hissedilir hale gelen yalnızlık duygusu.
Huzursuzluk, zaman akıp geçerken hedeflerine ulaşamadığını görmenin yarattığı hayal kırıklığı.
Başarısızlık korkusu sonucu, çabalamaktan kaçmak.
Yapmak istediklerinden uzak durma, nedenini sadece üstüne çökmüş korkutucu bir ağırlığa bağlayabilme.
Kendinden bütün bu dalgalanmalar yüzünden nefret etmek.
Şu an burda oturup bişeyleri düzeltmeye çabalayacağına bu yazıyı yazdığın için kendine kızmak.
İlk defa, hayatında hep çalan müziğin sustuğunu hissetmek.
Sessizliğin sesinden korkmak, içinden çığlık atmak gelirken derin derin susmak.
Kendini ifade edememek, en büyük kozu kelimeler olan bir insan için bunun yarattığı yıkım.
Kafanda beliren çözümleri horgörüp depresyona kendini itmek.
Sevildiğine olan inancını kaybetmenin yarattığı değersizlik hissi.
Hayat kadar güzel bir şey içinde bu kadar gereksiz bir varlık olduğunu düşünmeye başlama.
Akıp geçen zamanla yüzleşememe.
Çöküş.
Kayboluş.
Sessiz hıçkırıklar.


Gerçek bir öyküden alınmıştır. Hatta şu an yaşananından...

Playlist;

Boşluk....

23 Eylül 2010 Perşembe

Time Is Running Out!

Birazdan bahçeliye gidicem. Eve yeni geldim. Yorgunluk akıyor bütün hücrelerimden, halsiz hissediyorum çok, sanki 2 gün boyunca uyusam yine de yorgunluğumu geçiremeyek gibiyim.

Arkada Guano Apes - Quietly çalıyor. Bu şarkıyı dinlemeyeli çok olmuş. Garip bi his veriyor bu şarkı bana, stüdyonun ilk zamanlarına götürüyor beni. Akın'ın eski gruplarından Freefall çalardı bunun coverını. Davulda Akın, gitarda Defne, basta Pınar ve vokalde Aslı vardı. Güzel kafalardı. Stüdyonun çok daha farklı bi konsepti vardı, arkadaşlarla eğlenmek ve amatörce müzik yapıp takılmak için gidilen bir mekandı. Abimin gözünün içine bakardım beni götürmesi için o boş geçen pazar günleri. Uslucu yanlarına oturup dinlerdim onları ve sonra eğlenceli muhabbetlerine katılıp, ilerde kendi grubumla oraya, Kennedy caddesinde korkutucu merdivenlerden inip demir kapıyı aşıp gideceğim o sıcak ortamın benim de ortamım olacağı günün hayalini kurardım.

Şimdi davul&bas odası olan o yer o zamanlar ne kadar da kişisel ve bilinmedik bir yerdi öyle. Hayalimin bir kısmı gerçek oldu, benim de ortamım oldu orası, davul ve bas derslerinin olduğu, yakın zaman önce yasaklanan partilerinin etkisini 1 hafta üstümden atamadığım ve gitar dersi alan tek öğrenci olarak gittiğim, kardeşim gibi benimsediğim insanlarla takıldığım bir mekan ama hala müzik grubum yok. Rock star olacağıma dair inancımdan ise hiçbirşey kaybetmiş değilim. Er ya da geç, müzik benim için çok daha farklı boyutlara gelecek.

Çok çalışmam gerektiğinin bilincindeyim. Gitarı benimseyip, onu kendi parçam haline getirmem gerek. Zaman geçtikçe harcayacak, kaybedecek bir tane bile kum tanesi kalmayacak kadar hızlı akıyor kumsaatimdeki kumlar. Ve ben gün geçtikçe daha da emin oluyorum ki ben hayatımı müziğe adamaya hazırım.

Yolun başının da en başındayım, acemi olacak kadar bile ilerlemedim, ama zaten hayal kurmak bu işin başına ulaşmanın ilk adımı. Gitarda biraz ilerledikten sonra davula yöneleceğim. İçimde bir yerlerde ritme karşı olan aşkımın uyanması sonucu davula sürükleniyorum, hissediyorum bunu. Henüz kimseyle paylaşmadım, kardeşim dediğim Ego dışında kimseye çaktırmadım bunu ki o içine doğmuş gibi aklımı kaç gündür kurcalayan soruyu sordu "Davul çalsana abi sen!" dedi.

İç sesimi o günden beri susturabilmiş değilim. Gitarı bırakamayacak kadar bağlıyım şu anda, ama davulu da gitarı ilerlettikçe öğrenemeyeceğim anlamına gelir mi bu? Tabi ki gelmez.

Artık o ortamdayken kendimi eksik hissediyorum, müziğin deryasında yüzen insanlar var orda, müzik hayat damarlarından biri haline gelmiş insanlar, ben ise o yolun başına getirecek adımı atmaya çalışıyorum yanlarında ve beni cesaretlendirip, gerçek dünyadaki cennetin - ki belki de tek cennetin - ne olduğunu gösteriyorlar bana.

Tam olarak onlardan biri olmak için, ve tabi hayalimi daha da ilerilere taşıyıp onu hedef haline getirebilmem için, çalışmam, o adımı atabilecek cesareti ve yeteneği içimde bulup geri dönememecesine müziğin sonsuz yoluna girmem gerek. Yapacağım bunu, er olamadı ama geç de olsa güç olmayacak.

Bekle müzik dünyası, Deniz gelmek için ilk adımını atmak üzere. Dostlarının desteğiyle senin yollarında zorlu ve emin adımlarla yürüyecek.

Yazı yazma süresince dinlenen şarkılar; (shuffle'ın gücü adına!)

* Guano Apes - Quietly
* Guns N' Roses - Mr. Brownstone
* Pinhani - Yalnızlık
* Hooverphonic - Mad About You
* Red Hot Chili Peppers - Snow(Hey Oh!)

21 Eylül 2010 Salı

"Büyü" de gel çocuk..

"Öyle bir geçer zaman ki" diye bir dizi başladı. Konusuna değinmeyeceğim, bu dizide beni etkileyen en küçük oğlan karakter çünkü.

İlk bölümünde son sahnede çocuk karakterin büyüklüğü olan anlatıcının konuşması ve bugün izlediğim bölümünde çocuğun tavrı, mimikleri...

Ne garip bi evreydi çocukluk, üzerine düşünüldükçe inanılmaz keşifler yapılabilecek bi süreç aslında. Hayal ve gerçek arasındaki o kalın perdenin çekilmediği, "hayalgücü"nün hayatın amacı halinde olduğu, sıkıcı, monoton ve gittikçe klişelerle dolan hayatımızın başlamadığı o güzel zaman dilimi.

"Çocuk mu kandırıyorsun?" deriz mesela, oysa ne de güzeldir hala çocukların o körü körüne inandıkları toz pembeliklere inanabilmek. Her insan çocukluğu süresince Neverland'de yaşar bence. Sonunda zorla ordan çıkartılıp, büyümek adı verilen gri tonlamalı evreye geçip, masallara inanmayı bırakırız.

Ne diş perisi, ne noel bana, ne vampirler, ne periler, ne kurtadamlar. Artık "doğaüstü"lüğe inanmayı ve Neverland'de yaşamayı bırakıp dünyanın pek de güzel olmayan gerçekliğiyle yüzleşiriz. Açlık, kaygılar, biçilen roller, yer edinme kaygısı, sevilme isteği gibi yeni gereksiz emeller. Oysa bir çocuk ona şeker verdiğinizde bile mutlu olabilen tek canlıdır.

Hem vardır, hem yoktur. Onun yanında herşey konuşulur, onunla herşey paylaşılır, ne de olsa anlamaz. Bir aynadır çocuk, kendi içimizi döküp nasılsa anlamayacağını düşündüğümüz.

Ne yapması gerektiğinin ya da toplumun tepkisinin ne olacağının kaygısını taşımadığı için, ne yapsa yeridir. Çığlık atsa, hoplasa, zıplasa, yerli yersiz dans etse, üstüne yemek dökse ya da "büyüklerin" yapınca hoş görülmeyecekleri ne yaparsa yapsın, çocuktur o işte, çocukluk yapacaktır.

Ama biz büyükler o kadar başarılıyızdır ki pazarlama ve özendirme konusunda, başına geleceklerden habersiz olan her çocuk büyümek ister.

Bilmezler ki büyüdüklerinde, "büyümek" kelimesinin içinde barındırdığı "büyü" den uzak düşecekler...

19 Eylül 2010 Pazar

Together we stand, Divided we fall!

Herkesin bi "müzik zevki" vardır hani. Dinlemekten hoşlandığı tarz, grup, şarkıcı. Bence bu çok doğru bi yaklaşım değil. İyi-Kötü müzik tarzı yoktur, olmamalıdır. Her tarzın içinde iyi, kaliteli, ve kötü, kulağa hoş gelmeyen vardır. Müzikte de her sanat dalında olduğu gibi kalıplaşmış kurallardan bahsedemeyiz tabi, insan o yüzden "kulağına hoş gelen" tabirini kullandığımız müziğe yönelecektir.

En saygı duyulası şeyin sanat olması gerekirken, en saygısızca ve acımasızca eleştirilen şeydir bir sanat dalı olan müzik. Her tarzın kitlesi diğerine sataşmayı marifet sanmaya başlar bi süre sonra. Ne kadar doğru peki bu? "Ben elmayı çok seviyorum ama armut çok rezil bi meyvedir onu yiyenlerin aklından zoru var" demek ne kadar saçmaysa, "Ben rockçıyım, rap dünyanın en saçma müziği" demek de aynı oranda saçmadır!

Müzik ki yeryüzünde, durup dururken insana hisleri aktarmanın en güzel yollarından biridir, kendi içinde çatışmaya girip savaş gibi gereksiz bir şeyle onu kirletmek o kadar çirkindir.

Her tarz müzikten, içinize güzel hisler uyandıran, yaranızı saran ya da acınızı içinde daha çok bulup yalnızlıktan kurtulduğunuz, teselli bulduğunuz şarkıları seçin, dinleyin dinletin. Çünkü her sanat gibi müzik de paylaştıkça güzeldir.

İyi müzik dinlemek için illa profesyönel bi müzik bilgisine sahip olmanız gerekmez, duygularınız sizi doğru yere zaten götürür. Yeter ki barış içinde dinleyin o büyülü sesleri!

Günün şarkısı :

* Lionel Richie - Easy Like the Sunday Morning - http://fizy.com/s/1m8lpu

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ben Zaten Sarhoşum.

Uzun zaman olmuştu ağzıma içki koymayalı. Sarhoşluk gereksiz bir ayrıntı şekline girmeye başlamıştı hayatımda. İçmeden sarhoş bile olabiliyordum. Psikolojik sarhoşluk adını taktığım sarhoşluk evrelerini içeren ama sabaha baş ağrısı ve akşamdan kalma olmadığınız bi şarhoşluk düşünün. Üstelik mutlu bir sarhoşluk bu, çünkü ortamın güzelliğiyle doğru orantılı olarak ortaya çıkıyor.

Dün kanıma karışan alkol gerçek sarhoşluğun ne olduğunu bana hatırlattı. Keyifli bir sarhoşluktu. Eğleniyorduk, mutluydum, yüzeysel mutluluklarımı deşecek kadar karışmamıştı kanıma beynimi uyuşturan sevgili alkol.

Yok, psikolojik sarhoşlukta asla olmayacak bir şey oldu işte. Bastırdığım mutsuzluklarım, soru işaretlerimin hepsi gün yüzüne çıktı. İstemediğim bir mekan, istemediğim bir zaman, ve canını sıkmak istemediğim insanlara karşı.

Gülüşlerim, ağlamalara, kahkahalarım hıçkırıklara dönüştü. Aktı yaşlar, aktı, yok, durmadı. Üstünü kumlarla kapadığım ve görünmez kıldığım bütün gerçek duygular kumları savuran alkol rüzgarıyla dışa dudaklarımdan dökülüyordu. Keşke hatırlamasaydım, çünkü unutacak kadar, nelerden bahsettiğimi şu an hatırlayamayacak kadar çok içmemiştim...

Bu acıyı çekmem gerek, kendim dışında kimseye hissettirmeden. Üzülmem ama kendimi yıpratıp harcamadan yapmam gerek, ve beklemem. Zehri kusup kusmamalı mıyım adam gibi buna da karar vermem gerek. Yorgunluğumu daha çok hareket ederek geriye atmanın bi işe yaramadığını gördüm. Bir süre daha içmeyeceğim. Çünkü kendimden bile sakladıklarımdan korkuyorum. Kendi denizimde boğulmaya cesaretim, gücüm, taakatim yok.

10 Eylül 2010 Cuma

The Drugs Don't Work

Yalan söyledim.
En çok da kendime.
Yok inanmadım.
Kendime yalancı olmak yerine,
Yabancılaştım hislerime.

Yalan söyledim.
Sanki kalbimin dudaklarını bantla kapayıp
Onu susturabilirmişim gibi.

İnandılar içime uzak olanlar,
Peki ben, inandım mı?

Belki istedi zihmin
Ama o toprak bakışların yüzünden
Düştü dudağındaki bant kalbimin

Yalan değil,
Aşkı tanıdım beri
Ben bu hayatta
En çok seni sevdim

Labirent içinde
Kayıp ve acınası halim

Ve sen,
En çok da sana
Yalan söyledi gözlerim.

Fonda Tbe Verve - The Drugs Don't Work çalmaktayken içimden gelen nesir-şiir arası sade bir yazı işte. Paylaşıyorum yalnızlığımla. İyi sabahlar olsun.
Real Time Analytics