Ankara’nın en cana yakın mekânlarından biriydi adresimiz, Tunalıyla Kızılay arasında taşıyıcı damar görevi gören Tunus caddesindeki, IF Performance Hall. Heyecan içinde, hışımla adımlarımız sürükledi bizi IF’e doğru, bir saniyesinden bile geri kalsak üzüleceğimiz bir konser çağırıyordu bizi, yolumuza çıkan büyük puntolu Ortaçgil afişleri kalp ritimlerimizin hızını arttırıyordu yaklaştıkça konser alanına.
Vardık ve beklemeye başladık, beklediğimiz her an aklımızda çalınanları kablolarla dışarı aktarabilseydik yüzlerce şarkıyla çınlayacaktı etrafımız, Bülent Ortaçgil şarkılarıyla. O büyülü anın başlangıcını bekliyorduk, Ortaçgil’in dudaklarından dökülecek sözlerle bütünleşmiş melodilerin kanımıza enjekte edileceği birkaç saatin başlangıcını ve zaman bizim sabrımızın yanında oldukça yavaştı.
Dış mekana projeksiyon makinesinden sahnenin görüntüsünün yansıması bizim için en büyük işaretti, o an gelmişti artık, adımlarımız bizim komut vermemize gerek kalmadan içeriye götürdü bizi ve o anda, o mütevazi, gözlerinden yaşadıkları etrafına akan, sihirli, gitar tutan elleri ışıldayan adam ve ekibi sahnede yerlerini aldılar.
Oturdu Ortaçgil, tam karşımıza, elinde akustik gitarı, sanki birkaç dostu ısrar etmiş o da onları kırmamış gibi rahat, huzur verici bir şekilde yerleşti sandalyesine. Konuk müzisyen Turgut Alp Bekoğlu'nu seyirciye tanıtıp, müzisyen dostlarına anlamlı bir bakış attıktan sonra, aklımıza nişan aldı ve oku gitarının yaylarını gerdi ve tınılar dökülmeye başladı tellerden.
Hikayeler anlattı bize, hayata dair, tüm gerçekler gibi çıplak, makyajsız, acı ve tatlının birbirine karıştığı hikayeler. Müziği gösterdi bize, fikirlerin, duyguların, anıların, olayların nasıl vücut bulduğunu notalarda. Yüreğimize dokundu Ortaçgil, uzun zamandır yünlerin içinde sarmalayıp, dokunmaya kapattığımız yüreklerimize.
Bu iş çok zor dedi, insan yoncalarına, hiç soru sormadan duran insanlardan bahsetti, gürültünün bastırdığı sessiz doğrulardan. Eskiler dedi sonra, onları hatırlatmak istedi bizlere, o söyledi, dinledik biz, düşündük dinlerken, su olduk, ateş olduk bazen, konuşmadık taş olduk, ona odaklandık, yine de oynadık dinlerken, dalıp gittik onunla.
Dostunu yâd etmek istedi sonra, Fikret Kızılok’u hatırlattı. Hüzünle karışık tebessüm belirdi yüzünde ve ona bir şarkı söyledi, onunla yazdığı şarkısını seslendirdi, Fikret’i duyduk biz o söylerken, güldük kara mizahlı sözlerine “uyusun da büyüsün” deyip ninnilerden dem vururken bize.
Bir melodi çalındı kulaklarımıza, yağmur damlaları çiseliyordu sanki, davulun zillerinin tatlı çınlamaları yağmur taneleri gibi ruhumuzu okşuyordu, “dinle yağmuru dinle” dedi Ortaçgil, “huzur bul türküsünde”. Biz de dediğini yaptık, zillerin dalgalı melodilerini taşıdık kulaklarımıza, dışarıda gerçekten yağmur yağarken biz hissediyorduk dört duvarın bizden gizlediği yağmurun her damlasını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder