28 Kasım 2010 Pazar

Beni Kategorize Etme.

Şimdi insanların artık özel hayatı pek yok ya bu twitter sağolsun, en azından ben olduğu gibi yazıyorum içimden geleni, aklıma gelen hayatla ilgili düşüncelerimi, keşfettiğim müzikleri, saçmalama isteğimi karşılıyorum vesaire.

Bi itirafta bulunmak istiyorum, ya da aslında istemiyorum da viskinin de yardımıyla böyle bi içimi dökesim geldi ve daha çok müzik ve hayat izlenimleri üzerine açtığım blogu biraz daha kişiselleştiriyorum böylece.

Yazıyı yazarken yanımdaki manzaraya baktım. Boş, sokak ışıklarının aydınlattığı "sarı-sıcak" Simon Bolivar. Atakule'nin ışıkları sönmüş, sadece çevreleyen 360 derecelik bir gümüş aydınlık daire ve binlerce yıldızmış gibi görünen bambaşka hayatlarla dolu evlerin pırıltıları.

Tek tük arabalar geçiyor caddeden, tıpkı hayatıma tek tük uğrayan sevilesi insanlar gibi. Önyargı koyup insanlara ilk tanıdığım an yaftalar yapıştırmayı sevmem ama biraz tecrübe kazanmaya başladıkça bazı davranışlar, hareketler sana ipucu veriyor insanların iç dünyaları ve niyetleri hakkında.

Zekaya önem veririm mesela, karşımdakinin dediklerimi anlayıp üzerine yorum yapabilmesi, onları tartabilmesi önemlidir benim açımdan, gözlerine baktığımda bir derinlik görmek isterim o insanın bakışlarında. Bir ayna gibi olmalıdır, karşısında oturup da vaktimi ayırdığım, takılmayı tercih ettiğim insan. Kendimden yansımalara rastladığım an o kişide, değer vermeye, saygı duymaya başlarım ona. Gerçekten kendimden bir şeyler vermek isteğiyle dolarım o anda. Eğer buna değer bulursam o insanı (burdan megoloman bi yaklaşım olduğu düşünülmesin, demek istediğim o değil, beni biraz tanıyan ne demek istediğimi anlar) kolay kolay hayatımdan çıkarmam.

Bir de işin yanlış anlaşılma kısmı var. Neden insanlar beni yanlış anlıyorlar peki? Yakınımda tutmak istediğim insanların anlayamadığım sebeplerden dolayı koymak istediğim konumda olamamaları niye? Kafamı denk gördüğüm insanları kendimi iyi yansıtamadığımdan mı yoksa hala beklentilerimi dengeleyemediğimden mi bu kafalardayım merak ediyorum.

Gurur denen kavramın kesinlikle gereksiz ego savaşlarından olduğu ve saçmalıktan ibaret olduğunu düşünüyorum. Dostlukta da aşkta da bu böyle. Eskiden dev, demirden olan gururumu çok törpüledim. Gurur adını verip, kendini dizginleyip, karşıdakinin tepkileri üzerindeki varsayımlardan yola çıkarak kendini yüksekte tutup içini rahatlamaya çalışmak, bunu düşünerek adım atmak nasıl bir kafadır ki? Ne gerek var bunlara. İçinden geleni yapamadığın sürece karşındakilere kendini olduğun gibi gösterme ihtimalinin olması söz konusu değil.

Her neyse, ben ne zaman bir insanı hayatımda önemli bir yere yerleştirmeye karar versem bir terslik çıkıyor. Araya ya gereksiz duygusallıklar giriyor ya da asla altında yatanı bilmediğim bir nedenden uzaklaşıyoruz, kopuyoruz. Böyle olması gerekiyor deyip kadercilik yapamam ben, gerekmiyor tabi ki de, kimi kandırıyoruz ki, hayatta sadece olması gerekenlerin olması kadar saçma bir mantık var mı? Olması gerekenleri engelleyen sürüyle parametre varken ve bunların iyi ya da kötü niyetli olmaları söz konusuyken hem de.

Umarım hayatımda bulunmasını istediğim insanları elimde tutmayı başarırım çünkü benim için "değer verilesi" kategorisine girenleri kaybetmek kendimden parçalar yitirmekten farklı değil benim için. Yazılarım kadar iyi yansıtamasam da duygularım var kimi zaman, mantıksallığımın altında. Çoğu şeyi sizin önemsediğinizden çok daha fazla önemsiyorum da kötü bi alışkanlık kimseye bunu çaktırmamak heralde.

Tamam uzatmıyorum, gecenin şarkılarını açıklıyorum, Emre'nin bana yaptığı playlistten geliyor;

* Lennt Kravitz - I Belong to You -

* Pet Shop Boys - Love etc.

* Skunk Anansie - Hedonism

* The Smiths - There is a Light and It Never Goes Out

* Arctic Monkeys - Cornerstone

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Real Time Analytics