İstiyorsan gel ve al. Koca puntolarla yazılıydı bu cümle aklımda. Tabela olarak en üst köşesine asılmıştı Yüzüklerin efendisi filminin Arwen ve Frodo'nun Nazgul'lerden kaçış sahnesini hatırlatan cümle kafamın içindeydi.
İstiyordum, belki de tek bildiğim şeydi bu. Onu istediğim. Yanımda, ulaşabileceğim mesafede olmasını. Tek sorun bildiklerimin kendimle sınırlı olmasıydı. O, kilidini açmak için gömüldüğü kumların altından bile çıkararamadığım bir hazine kadar saklıydı, karanlıktı ve belirsizdi. Biliyordum, istediğimi ve yine bilmek istediğimi biliyordum, onun düşüncelerini. Ne gözleri geçit veriyordu bana, ne sözleri birer yol açıyordu detayların ayak izlerini kovalayan aklımda. İşaretleri yorumlamaya çalışıp bir nevi avcılık yaparken bir yandan da kılıcımı duygularıma savurmak zorunda kalıyordum. Onlar işime karıştıkça, atmaya çalıştığım okları hedefinden savuran rüzgarlar gibi hedeften şaşmamı sağlıyorlardı sadece. Duygularımı bana karşı harekete geçiren ise, bilgi sızdırmayan, değerli taşları andıran gözleri ve sözlerinden çok beni etkileyerek titreşimlerinde kaybolmamı sağlayan ses tonu ve vurgularıydı.
İşi garipleştiren başka bir nokta vardı. O noktanın başrolü kesinlikle benimdi. İstediğim bilgisini karşımdan yeterince istihbarat almadan açığa vurmama sözü vermiştim kendime. O yüzden istediğimi dillendirmediğim sürece anlaşılması imkansızdı düşüncelerimin. Düşüncelerimle hareketlerim arasında bir kale niteliği taşıyan dudaklarım işlerini ustalıkla gerçekleştiriyorlardı elbette. Emir büyük yerdendi ne de olsa. Bu emiri tek umursamayan gözlerimdi. Onlar mutluluğu anında kabul ediyorlardı, siluetiyle, bakışlarıyla, sesiyle ya da temasıyla karşılaştığımda ve başlıyorlardı ışıldamaya.
Bazen aklım derin karmaşaların esiri oluyor ve verdiği emirleri sorgulamaya başlayıp vücudumu şaşkınlığa boğuyordu. 'İstediğini açığa vur' diyordu mesela. Hareketlerimin ayarı kayboluyor yine de emir çok içten gelmediğinden uygulamaya sokulamıyordu. Şüphe, aklımın en üstünde kabul görmüş yerini asla terk etmediğinden emre hiçbir zaman tam olarak onay vermiyordu ve görünüşe göre bunu yapmayı sürdürecekti de. Şüphe ki bütün ondan gelen önemli sinyalleri kendi gözetimi altına alıyor ve çoğunu sorgularken tokatlaya tokatlaya sonunda ölüme sürüklüyor ve ipuçlarının yetersizliğinden yakındırıyordu düşüncelerimi. Şüphe bazen benim anlayışımı zorlaştıran duygularımla aynı tarafta yer alan bir ajan izlenimi veriyordu bana. Yine de duygularımın aksine yeri beynimin baş köşesi olduğundan şüphe'den şüphe duymak karışıklıktan başka hiçbir işe yaramazdı.
Savaşın sonucuna doğru aklımdaki düşünceler fark etmeye başlamıştı ki, şüphe aslında zararlıydı. Fazla büyüyüp sözünü çok geçirmeye başladığı andan itibaren mantıksallığı dışlamaya ve gereksiz yere telaşı dürtmeye başlamıştı. Buna engel olmak oldukça zor olacaktı ama şüpheyi zincirleyip telaştan uzak durma kararı bana iyi gelecekti. Böylece O'ndan aldığım sinyalleri daha iyi yorumlayabilecektim aklımda, duygularımdan da arındırarak, süzgeçten geçirerek onları.
Uzaklaşmam zor olsa da şüpheyi devre dışı bırakmayı başarmış ve artık içimdeki seslerden gelen titreşimleri doğru kabul etmeyi öğrenmiştim. Tek başaramadığım şey vardı oysa. İstediğim gerçeği, ne kadar beynimde en kesin noktada dursa da onu dışarı ittirmeye çalıştıkça gün yüzüne çıkmaya, ışıkla yüzleşmeye o denli korkuyordu ki kıyamıyordum ona. Dışa vurmak için cesarete ihtiyacım vardı, o ise uzun zamandır duyguların esiri olduğundan aklıma yanaşamıyordu bile. İstediğim gerçeğini ona yollamam en büyük kozum olacaktı. O zaman beklediğim kesinlik beni bulacaktı ve öğrenmem gereken o tek sorunun cevabını alan beynim bu öykünün de sonundan yeni bir başlangıç oluşturacaktı elbet. Yeni bir son ve etkileyici bir başlangıç ortaya çıkacak ve yeni başlangıç ya günbatımını ya da batmayan bir güneşin doğuşunu sembolize edecekti akıllarda.
Duygu ve düşüncelerim ya barışı sağlayacak ya da iç dünyamı griye çevirecek o savaşı başlatacaklardı. Duygularımı cesaretimi esir almaktan vazgeçirmek ve cesaretin yardımıyla istediğim gerçeğini aydınlıkla buluşturmak yapmam gerekenlerdi. Şüpheyi elimine etmek ise başlangıç noktam olmuştu. Devamını getireceğime olan güvenim ise henüz duyguların o kadar tesirinde kalmamıştı.
Şu anki aşama beklemek olmalıydı. Her savaşta olduğu gibi hayati önem taşayan süreçti bekleme süreci. Gözlerimi açıp pusuya yatıp duygularımı sindirerek bekleyecektim. Bekliyordum da. Onun ortaya çıktığı zaman çok daha kararlı bir hedefe ulaşma sürecinin emrini verecekti beynim. Beklemek zordu. Beklemek adeta kendi kendine yapılan bir işkenceydi ve kesinlikle duyguları besliyor düşüncelerden de en çok gerginliği uyarıyordu. Yine de beklemeye devam edecek gücü içimde buluyordum. Beklememin en büyük destekçisi henüz yaralı olsa da ölüme yakın değildi. Umut düşüncelerime destek oluyor, içimi rahatlatıyor, hatta duygularımın yanına sakinliğin gitmesini sağlayabiliyordu.
Okurken dinle:
* Dave Matthews Band - You & Me
http://www.youtube.com/watch?v=7f4TItnxVOw
* The Animals - House of the Rising Sun
http://www.youtube.com/watch?v=mmdPQp6Jcdk
* Eagle Eye Cherry - Save Tonight
http://www.youtube.com/watch?v=QYEd3_XaJ-4
anouar brahem dinliyordum,
YanıtlaSilvakte tılsım düştü..!!!
hoşuma gitti müziği, teşekkür ederim gülümsettin :)
YanıtlaSilhüzün geriye kalandır...
YanıtlaSil