1 Ekim 2011 Cumartesi

Ayna ayna, sihirli ayna, neler söyledin bana?

İnsan kendini başkalarına sözleriyle değil davranışlarıyla anlatabilir. Kendini tanımak için olaylara verdiği tepkilerin üzerinden gider çünkü. İçinden geleni yapabilmenin önemi burdan geliyor. Bir şeyi yapmak istediğin anda devreye giren savunma mekanizması, ince hesaplar, olasılık hesaplamaları, korkuların gerçekleşme ihtimalini beynin tartma çabası. İşte bu kendin olmanın önündeki en büyük engel. 

 O zaman anlatamıyorsun insanlara kendini, gösteremiyorsun aslını, hep unutuyorsun bi yandan da, şeffaf olmadığını, senin neyi düşünerek nasıl hareket ettiğini karşındakinin anlama ihtimali olmadığını. Belki de izlediğimiz filmlerden o kadar alışmışız ki ipuçları üzerinden gitmeye, karda bırakılan ayak izlerinin detaylarından kime ait olduğunu bulmaya. Dolaylı cümlelerin çözümlemesini yapmak zorunluymuş gibi herkes kendi şifresini yaratıp ona göre hareket etmeye yemin etmiş.

 Dışa görünen tarafı siyah bir ayna olan camlar gibiyiz aslında. Biz karşımızdakini siyah görürken onun da bizi öyle gördüğünü düşünemiyoruz iki taraflı camların arkasından. Zorlaştırıyoruz ilişkileri. Sevilmenin değerini sevmenin ötesine koyuyoruz. Obje subjenin ötesine geçmeye başladığı an sıkıntılar baş gösteriyor. Kendimi düşündüğümde gözlemlerim bunlar. En garip nokta ise şu; 'yanlış anlar' korkusu. Ortadaki yanlış ne? Ne anlayabilir de yanlış olmasından korkuyorsun? Bir kere yanlışlığa dair bir korkun varsa o sözcüğü koyarak perdelediğin şey aslında tam olarak da 'sence gizli kalması gereken gerçek' değil mi? 

 Hoşlandığınız 'sanılmasın' diye kaç kere içinizden geçenleri sindirip daha seslendirilemeden değiştirdiniz cümlelerinizi? Neden peki? Neden bu kadar önemli karşınızdakinin ortaya koymaya korktuğunuz gerçek insanı yanlış anlaması korkusu? Kendinizi onun kabul edebileceği, anlamasını istediğiniz şekle sokmak kendinden vazgeçmek değil mi? 

 İnsan kendini ifade edebildiği sürece insandır. Eğer ifadelerini başka bireylerin beğenisi uğruna değiştirme kaygısı içine girerse de kendi olmaktan, başka bir deyişle özgünlüğünden ödün vermiş olur. Artık hissettiklerimizi, olduğumuz insanı olduğu haliyle detaylara boğulmadan karşımızdakine sunmayı öğrenmemiz gerek. Karşındakinin anlayışından korkmak onu da aşağılamaktır. Onun ne düşündüğünü anlamanın yolu onun da net bir şekilde içinde en saf şeklinde ortaya çıkan haliyle duygu ve düşüncelerini davranışlarına yansıtmasından geçer. 

 Korkuları, kaygıları, paranoyayı bir yana bırakmalı artık. Siz önce bütün netliğinizle benliğinizi dışa vurun, karşınızdaki insan ne yaparsanız yapın anlamak istediğini anlayacaktır zaten. Bari kendi duygu ve düşünceleriniz onun süzgeçine girmeden şekilden şekle girip deforme olmuş olmasın. Denemeye değmez miydi?

Real Time Analytics